29 Mart 2015 Pazar

Emirdir: Allah'a Yaklaşmaya Vesile Arayınız




Maide 35 “Ey İman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda savaşın (cihad edin). Ta ki muradınıza (felaha) eresiniz.” Ayet-i Kerimesinin Tefsirleri:

Diyanet tefsiri, Ahkam Tefsiri, Besairu'l Kur'an, Büyük Kur’an Tefsiri, Furkan Tefsiri, En Kolay Tefsir gibi tefsirler “Vesile”yi “takvaya”, “taate”, “Salih amellere”, “Allah'ın razı olacağı işleri yapmaya”, “Allah yolunda cihat etmeye”, “yaşamak adına tüm gücüyle cehd u gayret göstermeye”, “teslimiyete”, “günahların terk edilmesine”, “Cennette bir dereceye”, “manevi ihtiyacını aramaya” hamletmişlerdir. Bunların bir kısmı da böyle bir geniş yelpazenin ardından Ayetin sadece “Salih amel işlemekle” ilgili olduğuna karar vererek bitirmişlerdir..

Tefsirler içinde bu dar neticeyle bitirmeyenleri de vardır.. Mesela, Zemahşeri, Keşşafında,

Vesile, Allah’a yaklaştırmaya elverişli olan her şeye denir. Sonra Allah'a yaklaştıran taatların yapılması ve uzaklaştıran günahların terk edilmesi hususunda kullanılmıştır

diyerek vesile yelpazesini çok geniş tutmuştur.. Yine İmam Kurtubi, Vesileyi, istenmesi gereken yakınlık ve cennette bir derece olarak açıklamıştır.. Yine mesela, Et-Tefsir'ul Hadis, neticede tevessül konularına girse de başında,

“Mü'minleri Allah'tan korkup sakınmaya, Allah'ın rızası ve O'na yakınlık bulunan her şeyi araştırmaya ve Allah yolunda cihad etmeye teşvik etmiştir. … Allah'ın emirlerini her zaman geçerli kılmak uğruna sözlü, fiili, stratejik, maddi ve manevi tüm gayretlerin seferber edilmesi anlamındadır. Ve her zaman sabır ve mücadele ile göğüs germek anlamındadır.”

diyerek geniş bir açıklama ile başlamıştır..

Tüm Tefsir Alimleri içinde en dikkat çekici olan Fahreddin Razi ise, Tefsir-i Kebirinde, bu Ayete iki mana vererek başlamıştır:

1- O halde ey mü'minler, siz Yahudiler gibi olmayınız. Allah'a isyan etmekten sakınıp, O'na taatta bulunmak suretiyle, kendisine yaklaşmaya vesileler arayınız.

2- Ey İman edenler, siz babalarınızın ve cedlerinizin şerefli olmalarıyla övünmeyin. Sizin övüncünüz, kendi amellerinizle olsun. Binaenaleyh, Allah'tan korkun ve O'na ulaştıracak yolları arayınız.

Razi, “Kısaca evvela yasakları terk etmek, akabinde emredilenleri yapmak..” diyerek konuyu özetlemiş, peşine “Bununla birlikte, yapılması vacip olan şey, iyi huylardır; terk edilmesi gerekenler de, kötü huylardır; sonra terk edilmesi gereken şüphelerdir, yapılması gereken tefekkürdür; Binaenaleyh yapılması gerekli olan şey, Allah'ta gark olmaktır (fani olmak); yapılmaması gereken şey ise, Allah'tan başkasına dönüp bakmaktır. Riyazatçılar (nefis terbiyecileri), fiil ve terki, ‘Tahliye ve Tezkiye’ ‘Nefy ve ispat’, ‘Fena ve beka’ diye adlandırırlar.” diyerek konuya hepsinden değişik bir açıklama getirmiştir.. Razi’yi özetlersek; Salih amel, güzel ahlak, tefekkür, Allah’ta fena bulmak Razi’nin tecelli makamında diye saydığı bütün bu hususlar Tasavvufun uğraş alanlarıdır..

Razi, Şiadan bir fırkanın iddialarına cevap verirken, diğer umum tefsirler gibi “O'nun rızasını elde etmek için kendisine ulaştıran vesileyi aramaktır ki işte bu da ibadet ve taatlarla olur.” diye vurgulamış, neticeyi yine Tasavvufa işaret ederek bitirmiştir:

“İşte bu ayet, ruhani birtakım sırları ihtiva eden çok mübarek bir ayettir. Biz burada o sırlardan sadece bir tanesine işaret etmek istiyoruz ki o da şudur: Allah'a ibadet edenler iki kısma ayrılır: Onların bir kısmı, başka hiçbir maksattan dolayı değil, sırf Allah rızası için O'na ibadet ederler. Bir kısmı ise, başka bir maksat için ibadet etmiş olabilir. Birinci makam, çok yüce ve üstün bir makamdır ki Allah bu makama, ‘ve O'nun yolunda cihad edin’ buyruğu ile işaret etmiştir. Yani, ‘O'na kulluk yolunda ve O'nu tanıma ve O'na hizmet etmedeki ihlas yolunda cihad edin...’ demektir.

İkinci makamın derecesi, birincisinden aşağıdır. Yüce Allah bu makama da ‘Umulur ki felaha erersiniz’ ifadesiyle işaret etmiştir. Felah, kötülüklerden kurtulup, sevilen ve umulan şeyleri elde etmeyi kapsayan bir isimdir.

Ehline malumdur ki birinci sınıfa Mukarrebun, diğer sınıfa da Ebrar deniyor.. Mukarrebun demek yani, Allah’ı tanıma ve her şeyi Allah’a halis kılan ihlası elde etmek demek Tasavvuf Ehlinin yolunu tarif etmektedir..

Tefsiru'l Munir de bu Ayete Salih amelden daha geniş bir mana vermiş ve açıkça Tasavvufi terbiyeye işaret etmiştir: “Bu ayet ile Yüce Allah müminlere takvayı, nefsi tezkiye edip arındırmayı emretmiştir” Tefsir alıntısı burada sona erdi

Makbul ve kavuşturucu bir Nefis terbiyesi (tezkiyesi, temizliği) ancak Mürşid-i Kamiller ile olur.. Terbiye söz konusu olduğunda Terbiye edici de söz konusu olur..

Tefsir İncelemelerinden Çıkan Netice:

Meşhur olmuş tefsirlerin çoğu “vesileden” manayı sadece Salih Amellere mahsus kılmaktadır. Böyle olmasına rağmen tüm tefsirler “vesilenin” Salih amellerden de daha geniş bir kapsamı olacağını, olabileceğini bir şekilde vermek durumunda kalmışlar.

Bu ilk başta çelişki gibi görünebilir ama değildir. Salih amel işlemek bütün sayılan unsurların bir arada olmasına da bağlıdır.. Mesela güzel ahlak, tefekkür, nefsi cihad, takva, günahtan sakınmak, teslimiyet, yakınlık aramak, manevi ihtiyacını karşılamaya yönelmek, fena makamlarını elde etmek, Allah’ı tanımak; bunların hepsi Salih Ameli tamamlayan, Salih Amelin şartlarını güçlendiren ya da yerine göre temin eden şeylerdir. Ve hepsi de Salih insanların sıfatlarıdır. Birinin eksik kalması ise düşünülemez..

Öyleyse, Tefsir ulemamızın bütün saydığı unsurları elde etmek gerekir ki Allah yolunda Allah’a kurbiyet (yakınlık) için Allah’ın emrettiği “vesile”yi bütün bunları öğrenebileceği “yaşayan” bir Salih kimseyi "kendine örnek kılmak" olarak anlamamız mümkündür. Zira her işin bir ustası vardır. Allah’a yaklaşma hususunda emredilen vesilenin de bir ustası olması akla uygundur. Kişiye düşen, bu vesileyi en güzel ve en yerinde öğrenmek için bir Salih kimseye yakınlık kurmasıdır ki bu, “Sadıklarla olun” gibi diğer emirlere de muvafıktır, yani diğer emirlerle çelişir değildir..

Vesile konusunda, yaşayan bir kimse ile tevessül etme, onunla Allah’tan isteme, onunla Allah’a yönelme konusunda zaten bir icma vardır ki Diyanet tefsiri bu icmayı gösteren bir tefsirdir. Biz de yaşayan Salih insanları kendine delil, örnek kılmak derken bu icmaya uygun bir ifadede bulunmuş oluyoruz. Buna hassaten dikkat edilmesini istirham ederim..

Nitekim, Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri’nde bu Ayetle ilgili:

“Allah'a yakın olmanın yol ve yöntemini, araç ve gerecini elde etmeğe çalışmak; Allah ile gören bir göze, Onunla işiten bir kulağa, Onunla tutan bir ele, Onun için yürüyen bir ayağa sahip olmak”

“Vesile, Yol, vasıta, yakınlık, istek ve arzu gibi manalara gelir. Ayette de bütün bu manalar söz konusu olabilir. İman ve takva ile birlikte kalbi ilahi sevgi ile doldurmak, düşünceleri bu doğrultuda berraklaştırmak, amelleri ilahi hoşnutluğa uygun biçimde yerine getirmeğe çalışmak ve günlük hayatın her bölümünde Resulullah Efendimizi örnek edinmektir. Bu geniş mana aynı zamanda tasavvuf erbabının da tesbitidir”

diye bir açıklama getirmiştir.. Keza, Elmalılı:

“Vesile ile ilgili, İbnü Zeyd de, ‘muhabbet (sevgi) ile Allah'a kendinizi sevdirmeye çalışınız’ demiş ve, ‘Onların taptıkları da Rab'lerine bir yol arar, her biri Allah'a daha çok yaklaşmak için çalışır’ (İsra, 17/57) ayetini okumuştur. … Ve şu halde asıl vesile Allah'a yaklaşma kasdı ve sevme arzusudur. … Ve bunda ‘Mümin kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder’ kudsi hadisinin manasının yerleştirilmiş bulunduğu açıktır.”

diyerek Vesileye Salih amelin dışında Muhabbetullah, güzel ahlak ve nafile ibadetler açıklamasını getirmiştir.

Bütün bunlar, tam anlamıyla, ancak ehlinden, ehliyle, ehliyle beraber bulunarak temin edilebilecek hususiyetlerdir ki bilene kesin bir biçimde malumdur.

...

3 Mart 2015 Salı

"Zamanımızda Mürşidsiz İstikamet Çok Çetin"



Merhum Şeyh Es Seyyid Abdurrahim Reyhan Efendi Buyurmuşlardır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ

Ve künü meas sadıkin” (Tevbe, 119) “Sadıklarla beraber olun” buyuruyor Cenabı Hakk. Sadık olun demiyor. Öyle olmuş olsaydı, burada meşayihe gerek yoktu. Herkes kendisini yetiştirirdi. Herkes kendisi sadık olurdu. Bir Müslümana bir Mürşid şarttır. Meşayihsiz, Mürşidsiz olmaz. Meşayihsiz Mürşidsiz olan kişi, bu zamanda yolunu kaybeder, yolunu sapıtır.

Ehl-i bid’at yolları var, Ehli Sünnet yolu kaybolmuş. Allah’a giden yol, Kitap, Sünnettir. Kitap, Sünnet olmazsa Allah’a giden yol değildir. Cesedin hepsi toprağa gider. Ruh Allah’tan geldi, Allah’a gidecek. Ama ne ile gider, nasıl gider, iman, amel, ihlas ile gider.

Şeriat Allah’ın emridir. İman, ihlas, amelden ibarettir. Din; bilmek, amel işlemektir, ihlas da: Bütün amellerini maddiyattan, menfaatten, riyadan korumak. Hiç bir maksat menfaat düşünmeden bu dünyada bir makam, mevki düşünmeden Allah rızası için yapıyorsa, ihlas budur. Allah’ın indinde geçerli amel de budur. Riya ile olan amel seni nardan halas etmez (ateşten kurtarmaz) Çünkü amellerin başında namaz geliyor. “Riya ile namaz kılanlar Veyl Deresinde azap görecektir” buyuruluyor. Halbuki namaz başta gelen ibadettir. Allah’ın emirlerinin hepsinin başında namaz geliyor.

İbrahim Aleyhisselam (ateşe atıldığında) meleklere dedi ki: “Siz benim yardımıma gelmeyin, Rabbim beni görüyor. Siz aradan çıkın“ dedi. Peygamber Efendimize de, bütün dünya müşrikleri, bir yetim olduğu halde, fakir olduğu halde üzerine hücum ediyorlar. Cenab-ı Hakk ne buyuruyor: “Habibim ben sana yeterim. Dünya hep senin düşmanın olsun. Ben sana yeterim.” Ne kadar teşebbüse geçiyorlar. Yine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi yok edemiyorlar, defalarca. Çünkü Onu Allah muhafaza etti.

Niceleri yar der gönlü binada
Niceleri yar der gönlü zinada
Nicesinin gönlü bey ü şirada
O yar kimdir bilemedim ne çare

Bunlar Allah’ın emirleri. Allah’ın emirleri deyince, zinaya Allah’ın emri yoktur. Allah yasaklamış zinayı. Ama bunların da olacağı Allah’ın emridir. Emir deyince, kul istiyor, Allah da halk ediyor. Kul istemezse Allah halk etmez. “Kulum iste vereyim” diyor. Ne istiyorsun, apartman verir, murad etmişse veriyor. Yalnız burada bizim bir inancımız var ki; biz dünyayı istemeyelim, ahireti isteyelim. Dünyadaki isteklerimizi de anlayamadığımızdan dolayı, biz de apartman isteriz. On tane dairemiz olsun bir tanesinde oturalım, dokuzunu kiraya verelim de rahatça yaşayalım. Ama Müslüman olarak Allah bunu bize vermez. Ahiret istiyorsak, hayırlısını istiyorsak Allah bunu bize vermez.

Kulum iste vereyim” derken bu istek ikiye ayrılıyor. Ahiret, dünya. Dünyayı istediysen ahireti isteyemezsin. Zaten ahireti kazanamazsın. Ahireti istediysen dünyayı isteyemezsin, istesen de vermez Allah.

Hepiniz görüyorsunuz. Çarşılarda pazarlarda, gençler birbirlerini arkadaş edinmişler, geziyorlar, tozuyorlar. Bunlar zina değil mi, zina. Sonra bir zengin gelirinin bir kısmını oraya bağlamış, kadın, kız peşinde. Bu zina değil mi, bu da çoğalmış şimdi.

Allah sevgisi, Resulullah sevgisi ile elde edilir. Resulullah ne ile sevilecek, varis-i enbiya olan velileri ile. Niçin, Peygamber Efendimiz, Sıddik-i Ekber Efendimize nasıl bir vasiyette bulunmuş, hasta iken mübarek: “Ebubekir namazı kıldırsın. Size nasihati O yapsın. İmamınız olsun. Hutbeyi okusun.” Bu emir bütün Sahabeye. Bu emir olduktan sonra Sıdık-ı Ekber Efendimize özel emri var. “Ya, Yarıgarım Ebubekir: Sana biat etmiş olan Bana biat etmiş olur, sana biat etmeyen, Bana biat etmiş değildir. Senin kabulün Benim kabulüm. Senin reddettiğin Benim reddimdir. Senin kabul ettiğini Ben kabul edeceğim. Senin reddettiğini Ben reddedeceğim.” İşte bu tarikat böyle. Bu emir hep birbirine devir yapmış gelmiş.

Ta ki ikinci bir defa tazelenmiş. Ubeydullah Ahrar Hazretleri, Nakşibendi Efendimize aşıkmış. O’na kavuşamamış, O’nun revhaniyetini görmüş. O’nun ruhunu görmüş. O’na kavuşamadığı için çok müteessir olmuş. Meşayih arıyor, arıyor bulamıyor. Çünkü Nakşibendi Efendimizin revhaniyeti onu almış. O’na akmış. O’nu daha hiçbir meşayih alamıyor. Neticede Nakşibendi Efendimizin halifelerinden en genci olan, çok alim Yakub-u Çerhi Hazretlerine rastlamış. Ondan ders almak istemiş. O’nun yüzünde de alacalıklar varmış. Yüzünü sevmemiş, Yakub-u Çerhi Hazretleri elini uzatmış, “tut bu elden” demiş. “Bu el Nakşibendi Efendimizin eli. Nakşibendi Efendimiz, bana buyurdu ki: 'Senin elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Senin kabulün benim kabulüm, senin reddin benim reddim' diye.” Ubeydullah Ahrar Hazretleri çekmiş elini tutmamış. Gönlüne gelmiş ki "ben bunun yüzünü sevmedim." İçinden geçirince, Yakub-u Çerhi Hazretleri o zaman farkına varmış. “Sen bu yüze rabıta edemiyor musun? öyle ise öbür yüze rabıta et” demiş. Manevi yüzünü göstermiş. Ubeydullah Ahrar Hazretleri düşmüş bayılmış, dayanamamış. Böylece, bu emir Yakub-u Çerhi Hazretlerinde tazelenmiş. Tarihi de yakındır, çok uzak değil.

Şah-ı Nakşibendi Efendimiz reis-i evliya. Geçmişte ve gelecekte ne kadar evliya varsa hepsinin başı seçilmiş. Peygamber Efedimize aşık olanlar, rüyada görmek isteyenler görürlermiş. Peygamber Efendimiz onlara dermiş ki: “Bizi görmek için niye bu kadar üzüldünüz. Niye bu kadar müteessir oldunuz. Bizi görmek isteyenler Muhammed Bahaaddin’i görsünler. Onu ziyaret etsinler. Onu ziyaret edenler Bizi ziyaret etmiş oluyorlar. Onun sohbetini dinleyenler, Bizim sohbetimizi dinlemiş olurlar.” Peygamber Efendimizi rüyalarında görenler böyle. Onlara böyle emredermiş. Nakşibendi Efendimiz üveysi olduğu için, Peygamber Efendimiz zikirleri şöyle yap, müridleri şu şekilde yetiştir diye emretmiş. Nakşibendi Efendimiz’in bir emri var. Buyuruyor ki: “Ben Barigah-ı Resulullah’tan içeri girdim.” Barigah-ı Resulullah: Atlas nurdan çadır. Yani Fenafi’r Resul olmuş, nübüvvete dahil olmuş. Evet "içeri girdim" diyor. “Ol Hazret sair velilere yapmış olduğu ikramdan fazla olarak bize ikramda bulundu.” Bütün hepsi varis-i enbiya olduğu halde, ikram da şudur: “Benim kabrimin yüz fersah mesafede dört yönüne (sadece doğu değil. Batı, kuzey, güney istikametinde) defnedilen cenazelerinin kabir azabının şefaatini bana verdi.” Ama, bu şefaat edip kabir azabını kaldırması iman ehli için. Bu da her iman ehli için de değil.

Ameli olmayan iman ehli azap görecek. Azap biticidir, geçicidir. Ama nar ise geçici değildir. Eğer insanların imanı var da ameli yoksa, o tabii azap görür, günahına göre, dünyadaki cezasına göre azap görür, geçicidir. O kadar yanar. Bir de var ki ehl-i nar. Onlar ebedi kalır cehennemde. Ebedi çıkmazlar.

Evet bunların (Nakşibendi efendimizin yüz fersah dairesinde) kabir azabını kaldırdı Allah. Bunlara şefaat edecek. Halifelerinden (aynı zamanda damadı) Alaaddin’e de  kırk fersahlık bir yerin şefaati verildi. Bizim tarikatımızda da en ufak bir veliye bir bölgenin bir fersahlık yerinin şefaati verilir.

Onun için, ey insanlar, ey Müslümanlar, Allah’a giden doğru yolumuzu seçmek için tarikata girmek lazım. Bir mürşide bağlanmak lazım! Sapık yollardan, bidatlardan kurtulmak için. Mürşidsiz olmuyor. Mürşid insanları irşad eden, bilmediklerini bildiren. Hakkında hayırlı olan bilmediklerini bildirir. Hakkında hayırlı olmayan bildiklerini unutturur. İrşad: Kalbi sevinmektir. Bu da ancak Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın cennetini kazanmaktır. Allah’ın cemalini kazanmaktır. Allah’ın cemalini görmektir, irşadın bir anlamı da bizim kapalı olan kalplerimizin açılması gerekiyor. Kalplerimiz açılmazsa irşad olamayız. Her şeyi kalp duyuyor. Acıyı, üzüntüyü, sevgiyi, sefayı, cefayı kalp duyuyor. Ama bu kalbi insan Allah’a tamamen verirse. Allah’a teslim ederse. Allah’ın rahmeti de o kalpte tecelli ederse... Allah’ın rahmeti nedir, Allah’ın sevgisi ile tecelli edecek olan Allah’ın nurları; esma nuru, sıfat nuru, zat nuru tecelli ederse, işte o kalp açılmıştır. Eğer biz Allah’ı hiç unutmazsak 366 damardan Allah’ın feyzi, nuru o kalbe geliyor. işte kalp o zaman şad olur.

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(Haberiniz olsun ki Allah'ın zikriyle kalpler mutmain olur / Elmalılı meali)

Cenabı Hakk kitabında buyuruyor ki: “Sizin kalbinizi ancak zikrullah doyurur, başka bir şey doyurmaz.” (Ra’d, 28) Öyle ise zikrullah ile o kalb doyarsa o kalbe (başka) şeyler girmez. Eğer zikrullah ile doymazsa o kalbe çok şeyler girer. Hepsi nöbetleşirler, kavga yaparlar. O der ben gireceğim; diğeri der ben gireceğim. Bunlar (kalbe hücum edenler) dünya arzularıdır. (Allah’tan gayrı isteklerin kalbe girmemesi için yetkili bir Mürşidden zikir öğrenmek, o Mürşidle beraber Allah’ı zikirde devamlı olmak lazım…)

.





Kur'an ve Sünneti, Kendi Başımıza Anlayamaz mıyız?

.
Dördüncü asırdan sonra İslam düşmanları her ne kadar dört taraftan hücum ettilerse de, Cenab-ı Rabb-ul-İzzet, Resulü’nün varislerini hıfz u himaye etmiştir. Sonradan, ilmi fıkıhtan ilm-i usul-i fıkıh ve ondan da ilm-i hilaf ve ondan da ilm-i cedel çıktı. İlm-i fıkıha, ilm-i feraiz dahildir. Feraiz (emirler), fıkıhtan bir parça olması hasebiyle, onun bilinmesi için ilm-i hesab, ilm-i cebir ve ilm-i mukabele ve saire ilimler çıkarıldı. Böylece bu din-i mübin = şeriat-ı Mustafaviyye (İslam) esaslaştı. Bu ilimlerle iştigal edenlere Ehli Sünnet vel Cemaat denilir. Gayeleri, illetsiz, fiilen Kur’an ve Sünnet emriyle yaşamak ve yaşatmak idi.

Kişi, bilmediği ve yapamadığı noktanın düşmanıdır.” kaidesi ne kadar doğrudur. Gerek ehli küfür, gerekse ehli heva ve heves, Ehli Sünneti yaşatmamak için acaib bir şekilde gayret sarf ederler. Lakin Hak gelince batıl mukavemet edemez (karşısında duramaz). Ehli Sünnet alimlerinin kalbleri, Resulullah’ın derya gibi ilminden isabetleri kadar coşmuştur. Sade ve saf ilimleri ve madenleri, ilelebet bakidir.

Kur’an ve hadisten başka bir şeye ihtiyaç yoktur.” diyenlerin sözü doğrudur, fakat altında hile ve tezvir vardır; bu kelimeyi tuzak etmişlerdir. Filhakika Kur’an ve Hadisleri bilmek için tek çare dört mezheb alimlerinin arkasından gitmektir. Doğrusu, Kur’an ve Hadisi kendi heva ve hevesimizle, kısır akıl, sınırlı beynimizle anlamaya kalkışmamalıyız. Ayet ve hadisleri, haklarında Hadisle müsbet şahitlik yapılmış, ilk üç asırda yaşayan ulemanın anlayışıyla anlamaya çalışmalıyız. “Fukahanın görüşleri de beşeri sistem ve tağuttur” diyenlerin sözleri, köksüzdür. Hakikaten kendileri tağuttur. Çünkü heva ve heveslerine davet ederler. Mezheb imamlarımız ise, Allah ve O’nun Resulü’ne davet ederler.

Her zamanda, heva ve hevesini terk etmeyenler, Müslümanlara zamana ayak uydurmalarını telkin etmişlerdir. Sebebi, Ehli Sünnet vel Cemaat gibi İslam’ı yaşamak ve yaşatmaktan aciz kalmalarıdır. “Zaman sana uymazsa sen zamana uy” sözleri acizliklerinin ifadesidir. İşte bunun içindir ki ağızlarında ayet ve hadis mealleri bol, bol. Şahsen benim görüşüm diye her bir köşede bir mevlithan, her bir kahvede bir canbaz. Vaiz olmayan kimse yok. Vaazı ile amel eden de enderdir. Benim görüşüm demek içtihadım demektir; öyleyse herkes müçtehid olmuştur!

Dinden anladığımız kadarıyla bize düşen vazife, ilk üç asrın içinde yaşayan ulemanın sözlerini, görüşlerini zabdetmektir. Usül ve kaidelerini öğrenmektir çare. Nitekim Müslim ve Buhari’nin tahric ettikleri, Abidet-us-Selmani ve başka Sahabeden gelen rivayette Resulullah Sallallahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

Ümmetimin en hayırlısı Benden sonra gelen asırdır. Sonra onların peşinden gelenler. Daha sonra onların peşinden gelenlerdir. Sonra öyle bir kavim gelecektir ki onlardan birinin şahadeti yeminini, yemini de şahadetini geçecektir.”

Binaenaleyh haddimizi bilmeliyiz. Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hanbel ve emsalleri, yukarıdaki hadisin müsbet şahadetine dahildirler. Kitabları zamanlarından asrımıza kadar tevatür ve senedle naklolunmuştur. Ayaa! Onlardan birini bırakıp da, şimdiki bir profesörün, bir medya meşhurunun kurmuş olduğu mezhebe girmeyi vicdan kabul eder mi?!

Hele hele, yeni bir kavim bu son yüz yıl içerisinde türedi. Hadisleri dahi devreden çıkarıyorlar. Kimisi de hiçbir ilmi ölçüye dayanmadan “Şu hadis zayıftır, şu hadis mevdu’dur (uydurmadır)” der. Ve bunu diyenden çoğu, Kur’an’ı yüzünden okumaktan dahi aciz... Allah intibahlar versin...

Bize Vasıl bin Abdil’a’la söyledi... (hadisin tahric bölümü şahıs isimleri; kim kimden aldı kısmında şahısların ismi uzunca geçiyor) Dedi ki: Resulullah Sallallahu aleyhi ve Sellemden işittim, şöyle dedi:

İnsanların (içinde yaşanılan zamanın) en hayırlısı benim Karn’ımdır (asrımdır). Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra onların peşinde gelenlerdir. Sonra bunların akabinde gelen bir kavim olur ki semizlenirler; semizlenmeyi severler. Onlardan şahidlik taleb edilmediği halde şahitlik yaparlar.

Başka bir hadis i şerifte:

Ashabıma iyilik ve ihsanda bulunun. Sonradan gelenlere, sonradan gelenlere de” (İmam Ahmed bin Hanbel Cabir tahrici)

Başka bir Hadis-i Şerifte Resulü Muhterem Sallallahu aleyhi ve Sellem:

Ben Ashabımın haklarını korumanızı tavsiye ederim. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını. Sonra onların peşinde gelenlerin haklarını (tavsiye ederim) Sonra yalanlar belirir, yayılır. Hatta bir adamdan yemin istenmediği halde yemin eder; şahitlik ondan istenmediği halde şahidlik eder...” Hadis devam ediyor (Tirmizi Hazreti Ömer tahrici)

İbnu Mes’ud radıyAllahu anhu diyor ki:

Kim bir adeti yol edinmek isterse, vefat edenin yolunu yol edinsin. Çünkü muhakkak diri üzerindeki fitneden emin olunmaz. Onlar (geçmiş) Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabıdırlar. Bu ümmetin en üstünlerdirler. Kalb olarak en doğrudurlar. İlim olarak en derindirler. Zorluğa en az katlananlardır. (ibadetleri yemek içmek gibi tabii ve başkalarının vebali altına çok az girenlerdir.) Allah onları Nebisi Sallallahu aleyhi ve sellemin sohbetine ve dinini ayakta tutturmaya seçmiştir. Öyle ise onların şereflerini biliniz. İzlerine tabi olunuz. Gücünüz yettiği kadar ahlak ve siretlerine tutunun. Şüphesiz onlar dosdoğru hidayet üzerindedirler.

Tirmizi müstesna Kütüb-i Sitte'nin beşinin rivayet ettiği bir Hadis-i şerifinde Resulü Muhterem aleyhisselam buyurur ki :

Son zamanlarda bir kavim çıkar. Onlar akılsız ve tecrübesiz birtakım gençlerdir. Dinde cahildirler. Mahlukların en hayırlı sözünden söz söylerler. Kur’an’ı okurlar, fakat imanları gırtlaklarından geçmez (inmez). Okun ava girip çıktığı gibi, onlar da dine girip çıkarlar. Her nerde onlara rastlarsanız, onları öldürün. Şüphesiz ki onları öldürmekte kıyamet günü Allah nezdinde mükafat vardır.”

Ümmetimden bir taife hiçbir an haktan ayrılmayıp galip olacaklardır. Ta ki onlar galib oldukları halde Allah’ın emri (kıyamet) onlara gelinceye kadar” (Müslim, Buhari) İmam Buhari diyor ki: “Bu taifeden murad dini ilimlere ehliyetli olanlardır.”

İndi (şahsi) görüşlerle Kur’an-ı Hakim’e mana vermek, bazen küfür olur, bazen da küfre yakın haram olur. Binaenaleyh mücerred (sadece) mealden hüküm çıkarmak, yorum yapmak, ilmi büyük afattır (felakettir) ve haramdır. Nitekim Ebu Davud, Tirmizi ve Nesei’nin tahric ettikleri, Cündüb radıyAllahu anh’tan gelen bir rivayette Resulullah Sallallahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

Kim Kur’an’da görüşüyle söylerse ve bunun üzerine isabetli olsa dahi, hakikaten o hata etmiştir.

Buradaki hatadan iki mana murad olunmaktadır. Birincisi isabetsiz mana etmektir; bu küfürdür. İkincisi, isabetli olarak mana etmektir; bu ise büyük ma’siyettir (günahtır), haramdır. Her halükarda Hadis-i Şerif, şahsın, Kur’an’ın lafzından kendi GÖRÜŞÜYLE hükmü çıkarmasını yasaklamıştır.

Bundan anlaşıldı ki bizim zamanımızda, özellikle Türkiye’de, ulemanın görüşlerine, tefsirlere müracaat etmeksizin mücerred meal okunması, ya küfürdür ya büyük bir ma’siyettir. Hele hele bunun üzerinde bir de münakaşalar olursa; mesela “Şu ayet bunu demek ister.. Bu ayet bunu demek ister...” gibi çekişmeye sirayet ederse, küfür olur. Nitekim Hakim, Ebu Davud ve İmam Ahmed’in tahric ettikleri Ebu Hureyre radıyAllahu anh’tan gelen bir rivayette Resulullah Sallallahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

Kur’an’da cedel küfürdür

Mutlaka Müslümanların böyle büyük hatalardan sakınmaları farzdır. Farzı terk etmek haramdır. Öyleyse bu haramı işlemekten kurtuluşun iki çaresi vardır. Birincisi Ayetleri okuyarak mealini söylemeksizin, hükümlerini müçtehidlerden ve muteber (itibarlı) eserlerden nakletmektir. İkincisi, mealde fikir ve düşünceyi yürütmeksizin tefsirden, mesela “Elmalı yahud Vehbi Efendi yahud Ömer Nasuhi şöyle şöyle yazmışlardır” diye nakletmektir. Bu nakilde dahi titiz bulunmak farzdır. Aksi takdirde hatadan korunulamaz.

Şu halde Kur’an ve Hadisi, anlayışımızla (kendi görüşlerimizle) değil, müçtehidlerimizin, bid’atten sakınan ulemamızın anlayışıyla anlamalıyız. Bu bir düsturdur.

(Merhum Molla İsmail Çetin Efendiden alıntıdır)