25 Ocak 2015 Pazar

Şeytandan Dahi Gizlenecek Zikir?





Bir kalbi, ancak, ehlinden (mürşid-i kamilden) alınan gizli (kalbi) zikir ve rabıta nuru tasfiye eder, saflaştırır, temizler. Gerisi kalbe tam bir ilaç değil... 

Bir kere, Ayet-i Kerime'de "Kalbler Ancak Allah'ı zikir ile mutmain olur" (Rad, 28) buyruldu.. İlimle, ibadetle, tedrisle, okumakla, yazmakla şunla, bunla buyrulmadı... İlim ve ibadet gereksizdir denilmiyor. Yanlış anlatmayalım. İlim ve ibadet, yani ahkam (İslam’ın emir ve yasakları), tatbik edildiğinde bedenimizi, yani dışımızı temizler; insanın içini temiz kılmak ve huylarını güzelleştirmek içinse bunların yanında "zikir, fikir, şükür" gerekir, deniliyor.

Hakikat için dilde kalan zikir de yeterli değildir; illa kalbi zikir lazımdır. O da merciinden alınabilir. Merciinden, yetkilisinden, bileninden alınmazsa, gizli de olsa kendi başına zikirler, nihayete erdirmezler... Belki sevab kazandırırlar amma; kalbe gerçek anlamda tesir etmezler, yerleşip orda daim olmazlar. Kalbi irşad işi, bambaşkadır. Ancak yaşayanlar bilirler. Ömer Ziyauddin Dağıstani efendi, “Fetvalar” kitabında kendi başına zikredenlere, olduğu yerde dolanan dolap beygirlerinin misalini vermiştir. Kamil Mükemmil (yetişmiş ve yetiştiren) mürşide başvurmayıp kendi başına zikredenler, terakki ettiğini, yükseldiğini, kalbi yolda ilerlediğini sanır; ancak olduğu yerde saymaktadır.

Bir arifin meclisindeyken dinlemiştim; Abdulhalik Gucduvani efendimiz, kitabi ilimleri tedris ediyor, hocasıyla beraber tefsir okuyordu. Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna Ayet Ayet mütalaa ede ede devam ediyorlardı. "Allah'ı içinizden zikredin" (Araf, 205) Ayet-i Kerimesine geldiler. Orada Abdulhalik Gucduvani efendimiz sual etti:

"Hocam, Allah Teala burada gizli zikri emrediyor. Resulullah efendimiz de buyuruyor ki 'Şeytan sizin damarlarınıza girer, içinizde kanın dolaştığı gibi dolaşır; başını kalb üzerine koyar, kalbinize muttali olarak ordaki gizli amellerinizi de ifsad etmeye çalışır' (Buhari, Tefsir; Tirmizi, Rada)... Peki, bu haber mucibince, bir kimse Şeytan'dan emin, ŞEYTANDAN DAHİ GİZLENMİŞ ZİKİR emrini nasıl tutacak?"

Hocası tebessüm edip takdir ettiler. Dediler ki "Oğlum, bugüne kadar bunca talebemiz oldu, böyle bir soruyu soran ilk sensin. Lakin biz, Şeytan'dan dahi gizlenecek zikri ve usulünü bilmeyiz. Onu ehline sor. Ehlini de Allah Tealadan iste ki seni onunla tanıştırsın"...

Bu öğütten sonra Abdulhalik Gucduvani efendimiz, Allah Tealadan öyle bir gizli zikrin yolunu gösterecek ehlini diledi ve Hızır As. ile buluştular. Hızır As.’dan o gizli zikri, kalbe tesir eden ve yerleşen o usulü öğrendi. Bu usül, zaten Rasulullah efendimiz tarafından Ebu Bekir Sıddık efendimize verilen zikir usulü ve terbiye yoludur. Sıddıkiye’dir yani sonraki ismiyle Nakşibendiyyedir. Abdulhalik Gucduvani efendimiz, manevi cihetten Nakşibendi efendimize de o usulü öğretti. Bugün Nakşilerden başka o usulü sürdüren herhangi bir yol, tarik, cemiyet yoktur.

Bu usulün kısa izahı şu: Rabıta nuru, şeytanı yakacağı için kaçırtır, nefsi kaplayarak terbiye eder, kalbleri zikre alıştırır, zikrullahı daimi eyler. İç güzelliği ve ahlak güzelliği için zemin hazırlar. 

Rabıtayı inkar eden vehhabi meşreb kimselerin elinde ise hiçbir delil yoktur. Bunlar Müslümanları şirke nispet ederek kendilerini kınadıkları o bataklığa atıyorlar. Müslümana kafir, müşrik diyenin sözü, kendisine dönerek tahakkuk eder... 

Halbuki Rabıtanın, kalbi bağ ve muhabbetin yüzlerce delili var. Bunlardan birini görmek isteyen TirmiziŞemail-i Şerif, Hind bin Hale’den gelen rivayete bakabilir. O rivayete göre Rasulullah efendimizin torunu Hz. Hasan efendimiz, Rasulullah efendimizin yüz ve görünümünü anlattırıp o mübarek sureti hayal edeceğini ve böylece Rasulullah efendimizin ahlakıyla ahlaklanacağını ifade etmiştir. Bu, tarikatlerin kullandığı rabıtadan başka bir şey değil. Şöyle sorulabilir, Peygamberimize rabıtayı anladık da şeyhe rabıta nerden çıktı? Alimler, Peygamberlerin varisleridir. (Ebu Nuaym; Ebu Davud, İlm; Tirmizi, İlm; İbnu Mace, MukaddimeAlimin yüzüne bakmak da ibadettendir. (Hakim, Deylemi) Bu gibi Hadisler, Peygamberimizden sonra alimlerin vazifeli ve selahiyetli olacağını gösterir.

Nakşiler ittifakla söylediler: Zikirsiz, Rabıtasız kalb temizlenmez. Tasfiye olmaz. İtminana da erişemez. İtminan yani kalbin Allah ile huzur bulması. Sükuneti. Rahatlığı. Hakiki imanı elde etmesi.

Rabbini zikret. Bütün varlığınla O’na yönel” (Müzemmil, 8) “Ey İman edenler! Allah’ı çok zikredin” (Ahzab, 41“Bizim öyle kullarımız var ki erdirler; ticaret, aldı verdi meşguliyetleri onların Allah’ı zikirlerine engel olmaz” (Nur, 37), “Mü’minler ki Allah anıldığı zaman onların kalbleri titrer” (Enfal, 2; Hac, 35), “Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri (derileri) ve hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar” (Zümer, 23) Zikir ayetleri, Nakşilerin üzerinde ittifak ettikleri hakikatlerin alındığı kaynaktır. Bu Ayetleri ve başka zikir Ayetlerini tefsirleriyle beraber tefekkür edelim. Üzerinde düşünelim. 

Kalbimizde beslediğimiz Allah'tan gayrı ne kadar sevgi, ne kadar arzu var ise onlar kirletiyor zaten kalbi... Sözümüze itiraz eden varsa kendi kalbine baksın. Eğer bu Allah'tan başka arzular orada mevcut ise, boşuna itirazı bırakıp kalbinin tedavisine baksın.

***

Nakşilerin ittifakı dedik. Peki, diğer Tarikatlerde durum nasıl? Cehri Tarikatlerin yani öncelikle nefsi terbiye usülünde gidenlerin yani Hz. Ali efendimize verilmiş olan sesli zikirle meşgul olanların ulaşacağı yer de kalbi zikirdir. Sesli zikir yapa yapa, yollarını tamamladıklarında, netice onlar da kalbi zikre geçerler.

"Kısık (alçak) sesle" zikrin anlamı: Kendi işiteceği kadar bir sesledir.

Gizli zikir emredilen Araf, 205'te, hem gizli duaya, hem gizli estağfirullah demeye (avf u mağfiret istemeye), hem de kalbi zikre emir vardır. Dua ve af dileği, insanın kendi işiteceği kadar, adeta fısıldayarak olmalıdır. Kalbi zikir ise dil dahil olsun olmasın zikrin manasını kalbde hissetmek (bulundurmak) şeklindedir. Yani kalbden aşk u şevk ile "Allah Allah" diyerektendir. O nedenle Ayet-i Kerimede hem "içeriden" hem de "kısık bir sesle" ifadeleri geçmektedir. Bu bir çelişki değildir haşa.

İmam Kurtubi, bu Ayetin tefsirinde der ki: " 'Yüksek olmayan bir sesle' yani, sözünü yüksekten daha aşağı bir sesle. Bu da kendine işittirecek kadar anlamındadır. Nitekim bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: '...ikisi ortası bir yol tut' (İsra, 17/110) Yüksek sesle söylemek ile gizli söylemek arasında bir yol tut, demektir."

İmam Razi, bu Ayetin Tefsirinde der ki: "İnsanın zikirden (anıp hatırlamadan) istifadesi, ancak, zikir bu şekilde yapıldığında tam ve mükemmel olur. Çünkü bu şekilde yapılacak zikir, ihlasa ve tazarruya daha uygundur. ... Allah'ı içinden zikretmesinden murad, onun, lisanıyla söylediği zikirlerin manasını bilmesi, (kalbinde, gönlünde) kemal, izzet, yücelik, celal ve azamet sıfatlarını hatırlayıp, (kalbinde) devamlı bulundurarak anmasıdır. Bu böyledir, zira lisanıyla zikirde bulunan kimsenin lisanı, kalben zikirden de uzak olursa, bu faydadan hail olur (boş ve faydasızdır). ... 

Cenab-ı Hak, Resulüne, Rabbini içinden zikretmesini emredince, nefsi zikrin bulunduğunun tahakkuk ettiğini itiraf etmek gerekir. Kelam-ı nefsinin manası da sadece budur. ... Allah Teala, "Rabbini içinden... an, zikret" buyurmuş, "İlahını ve diğer isimleri zikret, an!.." dememiştir. Cenab-ı Hak, kendisini bu makamda "Rab" ismiyle adlandırmış ve zatını, Hz. Peygamber'e raci olan zamire izafe ederek, Rabbe-ke (Rabbi-ni) demiştir. Bütün bunlar, Allah'ın sonsuz rahmetine, O'nun kurbiyyet ve yakınlığına, lütuf ve ihsanına delalet eder. ... Kalbte, bu ilahi makam inkişaf edince, ümit kuvvetlenir. Bundan sonra kul, Cenab-ı Hakk'ın, "yalvararak ve korkarak" ifadelerini duyunca, o zaman haşyeti (layıkıyla Allah’tan korkması) artar. Bu durumda da, kalbte, ümid ve korkuya, haşyete sebep olan şeyler, meydana gelir. ...

Binaenaleyh, insanın içinden yapmış olduğu zikirden, yalvarmaya, tazarrüya geçmesi, Miraç'tan inmeye; tazarrudan zikre geçmesi ise, Mirac'a yükselmeye benzer. İşte bu iki hal ile, kudsi ruhlarınevliyaullahın Mirac'ı tamamlanır. ...

İbn Abbas, şöyle demektedir: "Hak Teala'nın, 'yüksek olmayan bir sesle...' kaydının manası, kişinin, Rabbisini kendi kendisi duyacak bir biçimde zikretmesidir. Zira, bu tabirden maksad, lisan ile yapılan zikrin bulunmasıdır. Lisan ile yapılan zikir, kişinin kendisinin duyacağı şekilde olduğu zaman, o kimsenin hayali bu zikirden müteessir olur.. Kişinin hayalinin müteessir olması ise, ruhani ve kalbi zikirde, bir tür kuvvet meydana getirir. "

Tafsilatlı malumat için lütfen Razi Hz.lerinin tefsirine bakınız.

.

22 Ocak 2015 Perşembe

Kıyamet Alametleri Görünüyor Artık...



Kıyamet'in küçük alâmetlerindendir: 

- Çocuğun öfkeli, 

- Yağmurun hararetli olması, 

- Şerlerin taşması; 

- Yalancının tasdiki, doğrunun yalanlanması, 

- Haine güvenilmesi, emine ihanet edilmesi; 

- Münafıkların kabileye efendi olması,

- Çarşıya münafıkların hâkim oluşu;

- Mihrabların süslenmesi, kalplerin harab edilişi; 

- Erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla yetinmesi;

- Dünyanın mâmur kısmının harab, harab kısmının mamur olması;

- Şübhenin ve fâizin âşikâr olması, 

- Çalgının ve eğlence aletlerinin alenîleşmesi, 

- İçkinin (açıktan) içilmesi; 

- Zaptiyenin yani polis, asker, zabıta gibi kolluk elemanlarının çoğalması.

- Gammazların ve gıybetçilerin çoğalması. 

(Ramuz, 448/8. İbn-i Mes'ud radiyallahu anhu'dan..)

Ramuz'da Geçen Hadislerdeki diğer bazı Kıyamet alametleri:

- Cihadın kalkması, 

- Dünyaya dinden daha çok kıymet verilmesi, öyle ki mideden başka endişe kalmaz

- Din bakımından çirkin işin güzel, güzel işin çirkin varsayılması

- Malın helâlden mi, haramdan mı, nereden olduğuna önem verilmez olacak

- Malın çoğalması, mal sahibine malı (zengine zengin olduğu) için hürmet/saygı edilmesi

- Kıyafete, dinden/takvadan daha çok değer verilmesi

- Eksik ölçü ve tartının yaygınlaşması 

- Zekatın zarardan sayılır hale gelmesi

-  Ticaretin çoğalması, o derece ki kadın erkeğine yardımcı olur. 

- Faizden kaçınılmaz olması

- Dini hükümlerin, ilmin para ile satılması

- Alim görünenlerin fitne çıkarması, insanları dinde ifsad etmeleri; hakiki alimlerin çok çok azalması

448/10. Kıyametin yaklaşmasındandır, minberlerin hatiplerinin çoğalması; ulemânın süslere meyledip haramı helâl, helâli haram etmeleri ve insanların istediği gibi fetva vermeleri; altın ve gümüşlerinizi helâl saymayı öğütlemeleri ve Kur'an'ı ticaret malı edinmeleri. (Hz. Ali RA)

303/7. Ahir zamanda ümmetimden birtakım insanlar meydana gelir ki, kendimizin de babalarımızın da işitmediği şeyleri anlatırlar. Sizler ve babalarınız bunlardan kendinizi çekin! (Hz. Ebû Hüreyre RA)

- Fakihlerin azalması 

- Camilerde, dünyevi (maddi) gayelerle toplananlar ve konuşanlar olması

- Sadece tanıdık kimselere selam vermenin âdet olması

- Kur'an-ı Kerim'i eğlence yapanların çoğalması ve onun musiki yerine dinlenilmesi

- Kitabullahı öğrenip Müslümanlarla mücadele edecek fırkaların ortaya çıkması

- Şehvetlerine uyup, namazı terk edecek kişilerin çoğalması

- Kan dökmenin, cinayetin hafife alınması

- Kargaşanın çoğalması

- İnsanların akidlerini, anlaşmalarını (kolayca) bozmaları

- İnsanların emânetleri hafife almaları

- Devleti yönetenlerin, memurların zulmetmesi 

- Aklı ve dini kıt kimselerin "baş" olmaları

- Vazifenin, ehlinden başkasına verilmesi

- Hasisilik ve fuhuşun açıktan yapılması

- Komşuların fenâlaşması

- Akrabalık arasında soğukluk ve ara olması

- Yalancı şahitlerin çoğalması 

- Yalanın yayılması, yalan haberlerin çoğalması

- Yazarların çoğalması, yazı da çoğalır.

- Binaların çoğalması, yüksek binaların artması

- Kadınların sayısının artması (erkeklerden çok olması), kadınlara meylin çoğalması

- Kadınlar giyinik olacaklar, ama çıplak gibi vücutlarını belli edecekler

- Köpek yavrusu yetiştirmenin, kendi çocuğunu yetiştirmekten daha cazip gelmeye başlaması

- Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmez hale gelmesi, merhamet azalır

- Küçük büyüğe ve karaktersiz kimse de iyilere cür'etkârlık yapar olur 

- Çocuğun yaşlı bir kimseyi işe koşturması 

- Gayri meşrû çocukların çoğalması

- Dışarda, herkesin gözü önünde kadınla erkeğin yakınlaşır hale gelmesi

- Haya, utanma azalır 

- Sıcak yağmurlar yağar. Yağmurlar, seller çoğalır.

- Kıtlıklar çoğalır.

- Sürekli ve büyük depremler çoğalır

- Zaman kısalır, günler, haftalar, aylar çarçabuk geçmeye başlar

- Aniden ölümler çoğalır

...

(Ramuz El Ehadis'ten başka İmam Nablusi Hz.lerinin - Kıyamet Alametleri eserinden de maddeler alınmıştır)

21 Ocak 2015 Çarşamba

Muhammed Bakır Hz. ile İmam Azam Ebu Hanife'nin Karşılaşması

İmam Azam Ebu Hanife Hz., özellikle Medine ekolü demek olan Hadis ehli tarafından Hadisle hükmetmek yerine kıyas yaparak İslam'ı değiştirdiği ithamına hedef olmuştur. Esasen İmam Azam Hz.leri, pek çok alim tarafından tenkide uğramıştır. Bu tenkidleri inceleyenler, bahsi geçen ulemanın ve Hadis ehlinin, kulaktan duyma sözlerle, güvendikleri şahıslardan duyup aslını araştırmadan işittiklerinden yola çıkarak eleştirdiklerini tespit etmişlerdir. Şu da var ki İmam Azam Hz.lerini cerh eden (eleştiren) ulemanın hemen hepsi de İmam Hz.lerini yakinen bildiklerinde tenkidlerinden vazgeçmişler, hata ettiklerini söylemişler, İmam Azam Hz.lerini ilim, irfan, takva ve zekasında övmüşlerdir... İmam Azam Hz.lerini cerh ve tadil eden (eleştiren ve öven) ulema bahsinde sık anlatılan bir menkıbedir:

İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri rahmetullahi aleyh, hac için yola çıkıp Medine’ye ulaştığında karşılaştığı Seyyid Muhammed Bakır Hazretleriyle arasında şöyle bir konuşma geçer.

Seyyid Muhammed Bakır: “Sen kendi aklınca kıyas yaparak, Peygamber dedemin dinini ve hadislerini değiştiriyorsun” der.

- Böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığınırım efendim. Lütfen oturunuz. Rasulullah’a olduğu gibi benim size de hürmetim var, der.

İmam-ı Azam. Seyyid Muhammed Bakır’a yer gösterir. Her ikisi de yerini aldıktan sonra Ebu Hanife Hazretleri söze başlar:

- Üç mesele soracağım. Birincisi şu: Erkek mi daha güçsüz kadın mı?

- Kadın erkekten güçsüzdür.

- Mirasta adamın payı kaç, kadının kaçtır?

- Erkeğin mirastaki payı iki, kadının birdir.

- İşte bu ceddin Peygamber aleyhi salatu ve selam’ın sözüdür. Eğer onun dinini değiştirmiş olsam, benim akıl ve kıyas yoluyla, kadın daha zayıf olduğu için ona iki pay, erkeğe bir pay düşer derdim.

Ebu Hanife Hazretleri tekrar sorar, ikincisi:

- Namaz mı daha üstün, oruç mu?

- Namaz oruçtan üstündür.

- İşte bu da deden Rasulullah’ın sözüdür. Eğer ceddinin dinini akıl ve kıyasla değiştirmiş olsaydım, adet halindeki kadının kılamadığı namazları kaza etmesini, orucu kaza etmemesini emrederdim.

Ebu Hanife Hazretleri üçüncü soruyu sorar:

- Sidik mi daha pis, meni mi?

- Sidik meniden pistir.

- Eğer deden Peygamber aleyhi salatu ve selam’ın dinini kıyasla değiştirmiş olsaydım, sidikten dolayı gusletmek gerektiğini ve meniden dolayı da sadece abdest almak gerektiğini söylerdim. Fakat akıl ve kıyasla bu dini değiştirmekten Allah’a sığınırım.

Seyyid Muhammed Bakır Hazretleri yerinden kalkar ve Ebu Hanife’yi kucaklar. Tebrik edip ona ikramda bulunur.

(El Mekki, Menakıb; El Kerderi, Menakıb; İbnu Hacer el Heytemi, El Hayratü’l Hisan)

Ölmek Üzere Olanın Yanında Yasin Okumak




19 20. Ölmek Üzere Olan Bir Kimsenin Yanında (Kur'an) Okumak

Ebu Davud, Sünen, 3121... Ma'kıl b. Yesar'dan (rivayet olunduğuna göre) Peygamber aleyhi salatu ve selam:

"Ölülerinizin üzerine Yasin okuyun

buyurmuştur. Bu (lafız, ravi) İbnü'l Ala'nın lafzıdır.

Açıklama

Metinde geçen "mevtaküm = ölüleriniz" kelimesinden maksat, ölmek üzere bulunan hastalardır.

Nitekim Hanefi alimlerinden İbn Abidin de şöyle diyor: "Yanında Yasin okumak mendubtur. Çünkü Peygamber aleyhi salatu vesselam 'Ölülerinizin üzerine Yasin'i okuyun' buyurmuştur. İbn Hibban bundan murad ölmek üzere bulunan kimsedir, demiştir."

Bu mevzuda İbn Ebu'd Dünya ile Deylemi'nin rivayet ettikleri merfu bir hadis de şu mealdedir: "Ölmek üzere olan hiç bir hasta yoktur ki, üzerine Yasin okunsun da Allah onun Ölümünü kolaylaştırmasın." Ölmek üzere olan bir kimse, ölü hükmünde olduğundan Hadis-i Şerifte ölmek üzere olan kimselerden ölüler diye bahsedilmiştir.

Ölmek üzere bulunan kimse kuvvetini kaybedip zayıf düşmüş ve bütün kalbiyle de Allah'a yönelmiştir. İşte böyle bir anda Yasin suresi okununca bunu işiten hastanın dini esaslara olan inancı artar ve özellikle bu surede anlatılan Kıyamet halleriyle ünsiyet ederek rahatlar.

Ölmek üzere olan hastalara Yasin okunmasının hikmeti hakkında et Tibi şunları söylüyor: "Bu surede imana davet, geçmiş milletlerin halleri, kaderin isbatı, kulların fiillerinin Allah'a dayandığı tevhidin isbatı, şirkin reddi, kıyamet alametleri, öldükten sonra dirilme, haşr, arasat meydanında toplanma, hesap, ceza gibi birçok dini esaslar ve önemli meseleler vardır. İşte ölmek üzere bulunan bir hastanın başında Yasin okunmasının hikmeti surenin bu gibi mevzuları içerisinde toplamış olmasıdır."

Müteahhirin (sonraki) alimlerinden bazıları, mevzumuzu teşkil eden bu hadisin zahirine sarılarak, Yasin suresinin cenaze üzerine ölümden sonra ve definden önce okunabileceğini söylerken, diğer bir kısmı da İbn Adiyy'in Ebu Bekr (r.a)'den rivayet ettiği; "Kim anne ve babasının ya da bunlardan birinin kabrini cuma günü ziyaret ederek orada Yasin okursa, Allah mutlaka o kabirde yatan kimseyi bağışlar." mealindeki hadise dayanarak "Yasin'in cenaze üzerine, ölümden sonra, definden önce de sonra da okunabileceğini" söylemişlerdir.

Hanefi alimlerinden İbn Abidin, "Ama bizim alimlerimiz öldükten sonra, yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okumayı mekruh saymışlardır." cümlesini naklettikten sonra "Münteka'nın ölünün yanında Kur'an okunabileceğini ifade eden sözü ölmezden önceye hamledilmiştir. Kaldırılmaktan murat da ruhun kaldırılması olduğuna işarette bulunmuştur." diyerek hasta öldükten sonra yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okumanın mekruh olduğunu ifade etmiştir.

Yasin suresinin fazileti hakkında, bazı hadisler varsa da bunların hepsi de sıhhatleri yönünden tenkid edilmiştir. Bunlardan bazılarının meali şöyledir "Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi de Yasindir. Her kim Yasin suresini okursa, Allah ona bu sureyi okuması sebebiyle Kur'an'ı on kere okumuş kadar sevap yazar." Tirmizi, bu hadisin garip olduğunu, Süyuti de zayıf olduğunu söylemiştir. "Kim bir gecede Allah'ın rızasını dileyerek Yasin okuyacak olursa (günahları) bağışlanır", "Kim Allah'ın rızasını dileyerek Yasin okursa, geçmiş günahları affedilir, onu ölülerinizin yanında da okuyunuz. Kim Yasin'i bir defa okursa, Kur'an’ı iki defa okumuş gibi olur." Bu hadislerin birisinde Yasin okuyan, Kur'anı on defa okumuş gibi sevap alır denirken, diğer birinde iki defa okumuş gibi sevap alır denilmesi bu hadisler arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü bu sevab, okuyan kimsenin o andaki samimiyet, ihlas ve diğer ruhi hallerine ve içinde bulunulan zaman ve mekana göre değişebilir. Şevkani "Bütün bu rivayetler birbirlerini takviye ettiğinden bunlarla amel etmek faydalıdır" diyor.

Bazı Hükümler

Hadis, Yasin suresinin okunmasının faziletine, Ölüm döşeğine düşen hastanın başında okunmasının, matlub olduğuna, ikinci yoruma göre, definden önce ve sonra ölünün yanında okunmasının matlub olduğuna ve gerek hasta gerek ölünün okunan Yasin suresinden yararlandıklarına delalet eder.

Ölünün dua ve sadakadan da faydalandığı hususunda alimlerin ittifakı vardır. Cumhura göre, kişinin yaptığı nafile ibadetin sevabını bir ölüye veya diriye vermesi caizdir. Yapılan ibadet; namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'an okumak ve başka ibadetler olabilir. İbadeti yapan kişinin sevabından hiç bir şey noksan olmaksızın ölü bundan yararlanır. İmam Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel de bununla hükmeden alimlerdendirler.

Cumhurun delillerinden birisi, Taberani ve Beyhaki'nin İbn Ömer (r.a)'den merfu olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: "Sizden birisi, nafile bir sadaka vereceği zaman, sevabım baba ve annesine bağışlasın. Çünkü bu takdirde onlara sevap verilir. Kendisinin sevabından bir şey eksilmez."

Diğer bir delil: Ahmed, Müslim, Nesai ve Ibn Mace'nin Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: Bir adam Peygamber aleyhi salatu ve selam'a: Babam öldü. Vasiyet de etmedi. Onun yerine benim sadaka vermem ona yarar mı? diye sordu. Efendimiz aleyhi salatu ve selam "Evet" buyurdu.

Allah: "Rabbim bunlar beni küçükken nasıl acıyıp yetiştirdilerse sen de bunlara öyle acı" ayetinde baba ve anneye dua etmeyi emretmiş ve "Melekler Rablerini hamd ile tesbih ederler. Yerdekiler içinde mağfiret ederler” ayetinde meleklerin mü'minler için istiğfar ettiklerini haber vermiştir. Keza, "Arşı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler” ayeti Hamele-i Arş meleklerinin müminlere istiğfar ettiklerini bildirir.

Bir kısmı yukarıya alınan deliller, başkasının amelinden yarar sağlanabildiğini kesinlikle bildirirler. 

"Ve şüphesiz insan ancak çalıştığına erişecektir" ayeti yukarıdaki delillere aykırı değildir. Çünkü mü'min hayırlı bir amel işleyip sevabını bir mü'min kardeşine bağışladığı zaman, sevab bağışlanana ulaşır. Artık bağışlanan kendisi işlemiş gibi olur. Diğer taraftan bu ayet, bir kısmı yukarıda zikredilen deliller muvacehesinde hususileşmiştir.

İkrime'den rivayet edildiğine göre, bu ayet Musa (Aleyhisselam) ve İbrahim (Aleyhisselam)'ın kavimlerine mahsustur. Ümmet-i Muhammed ise, birbirinin amelinden yararlanır. Çünkü mezkur deliller bunu gerektirir. 

Ayrıca Buhari ve Müslim'in İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettikleri bir hadiste mealen şöyle buyuruluyor: "Bir adam Peygamber aleyhi salatu ve selam'a: Kız kardeşim Hacc yapmayı adadı ve adağını yerine getirmeden öldü, dedi. Peygamber aleyhi salatu ve selam: 'Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı, sen onun yerine borcunu ödeyecek miydin?' diye sordu. Adam: Evet diye cevap verdi. Efendimiz: 'O halde kardeşinin Allah Teala'ya ait borcunu öde. O, ödenmeye daha layıktır' buyurdu.”

Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Macenin rivayet ettikleri şu mealdeki hadis de ayrı bir delildir: “İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez: Sadaka-i cariye, yararlı ilim ve ona dua eden salih bir evlat." Bazıları; "Mezkur delillere ters düştüğü sanılan ayetteki insan kelimesi ile kafir kişi kastedilmiştir" demişlerdir. Buna göre, ayetin yorumu şudur: Kafir kişi için amelinden başka hiç bir hayır yoktur. O, işlediği hayra karşılık dünyada bol rızık ve sağlık gibi nimetlere kavuşturulur. Ahirette, onun için hiç bir hayır yoktur.

Okunan Kur'an'dan Ölü Yararlanır mı?

Menhel yazarı, yukarıdaki bilgileri verdikten sonra bu hususta şöyle der: "Okunan Kur'an'ın sevabının Ölüye ulaşması hakkında alimler arasında ihtilaf olmuştur:

1. Eğer ücretsiz olarak okunursa, İmam Ebu Hanife arkadaşları ve Ahmed b. Hanbel'e göre ölü yararlanır. Zeylai, el Kenz'in Şerhinde: "başkasının yerine hac yapmak hususunda Ehl-i sünnet mezhebine göre; namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'an okumak, zikirler gibi her türlü nafile hayırların sevabının başkasına bağışlanması caizdir. Bu sevap, ölüye ulaşır ve ölü ondan yararlanır" demiştir.

Mu'tezile mezhebine göre; kişi, amelinin sevabını başkasına bağışlayamaz. Bağışlasa bile ilgiliye ulaşmaz ve menfaat sağlamaz. Delilleri de: "Ve şüphesiz insan ancak çalıştığına erişecektir" ayetidir. Bu ayetin delil olmadığı yukarda belirtildi.

İmam Malik ve Şafii'den meşhur rivayete göre Kur'an okumanın sevabı, ölüye ulaşmaz. Fakat İmam Malik ve Şafii'nin bazı arkadaşlarının seçtikleri kavle göre, kıraatin sevabı ölüye ulaşır. Ancak okuyucunun kıraati bir dua ile ölüye bağışlaması gerekir. Nevevi de el Ezkar'da: Alimler duanın ölülere yararlı olduğuna ve sevabının onlara ulaştığına icma etmişlerdir. Bunların delilleri, bu hükmü ifade eden meşhur ayetler ve meşhur hadislerdir. Bunlardan birisi: "Ve onlardan sonra gelenler: Ey Rabbimiz! Bize ve bizden önce iman eden kardeşlerimize mağfiret eyle, derler" ayetidir. Peygamber aleyhi salatu vesselam'in: "Allah’ım, Bakiü'l Ğarkad (mezarlığı) halkına mağfiret eyle" hadisi ile; 3201 numaralı "Allah’ım, bizim dirimize ve ölümüze mağfiret eyle." mealindeki Hadis-i Şerifte bu konudaki delillerdendirler. 

Alimler, Kur'an okuma sevabının (dua etmeden) başkasına ulaşması hususunda, ihtilaf etmişlerdir. Şafii'nin meşhur kavli ile bir cemaatın kavline göre ulaşmaz. Ahmed b. Hanbel ile alimlerden bir cemaat ve Şafii'nin arkadaşlarından bir cemaat ulaşır, demişlerdir. En iyisi okuyucu kıraatini bitirince Allah’ım, okuduğum Kur'an'ın sevabını falan kişiye ulaştır, şeklinde dua etmesidir.

2. Ücret karşılığında okumaya gelince, Hanefi ve Hanbeli alimlerine göre, bunda sevap yoktur. Ücret alan da veren de günah işlemiş olur.

Şafii ve Maliki alimlerine göre, Kur'an okumak karşılığında ücret almak caizdir. Bunların delili, Buhari'nin İbn Abbas (r.a)'den rivayet ettiği Peygamber aleyhi salatu vesselam'in şu hadisidir: "Karşılığında ücret aldığınız şeylerin ücret almaya en liyakatli olanı Allah'ın kitabındadır" mealindeki Hadis-i Şeriftir.

Ancak Şafii ve Malikilerin delilini teşkil eden bu Hadis-i Şerif, mutlak olduğundan, Kur'an okuma karşılığında ücret almanın caiz olmadığını savunan alimler, bu hadisteki cevazın sadece rukye’ye (okuma ile tedaviye) ait olduğunu söyleyerek bu mevzudaki hadislerin arasını te'lif etmişlerdir (bulmuşlardır). 

Ebu Davud, Sünen, Tercüme ve Şerhi, Dr. İsmail L. Çakan

Ölmüşlere Kur'an Okunur mu? Sevap Ulaşır mı?



14. Ölen Bir Kimsenin Yerine Sadaka Vermek

Ebu Davud, Sünen, 2880... Ebu Hüreyre'den demiştir ki: Rasulullah aleyhi salatu vesselam (şöyle) buyurmuştur:

İnsan Öldüğü zaman (bütün) amel(ler)i kendisinden kesilir. Ancak üç şey müstesna; sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden mümin evlad."

Açıklama

Bu hadisi şerifte, insanın dünyada işlemekte olduğu amellerinin sevabı, ölümüyle birlikte sona erdiği ve artık bu amellerin sevabı, o kimsenin amel defterine bir daha yazılmadığı fakat şu üç amelin sevabının insanın ölümünden sonra da yazılmaya devam ettiği ifade edilmektedir.

1. Sadaka-i cariye: Bir kimsenin ölümünden sonra da devam eden ve Allah rızası için insanların istifadesine sunulmuş olan hayır müesseseleri, mektepler, camiler, çeşmeler ve vakıflardır. Sözü geçen bu hayırların sevapları kesilmediği için onlara "sürekli hayır" anlamına gelen "sadaka-i cariye" ismi verilir.

2. Kendisinden (sürekli olarak) faydalanılan ilim kişinin sağlığında öğrenip, neşretmiş olduğu ilimdir. Neşir kitap yazıp yayımlama şeklinde olabileceği gibi, öğrenilen bilgileri başkalarına öğretme yoluyla da olabilir.

3. Dua eden salih evlat: İbn Hacer el Mekki'ye göre, burada salih evlat sözüyle kasdedilen mümin evlattır.

Bu mevzuda Münavi (r.a.) şöyle diyor: "Aslında ölen bir kimsenin arkasından dua eden her Müslümanın duası ölüye ulaştığı halde, burada sadece salih evladın duasından bahsedilmesinin hikmeti; çocukları, anne ve babalarının ardından dua etmeye teşviktir.

İmam Nevevi şöyle diyor: Ölünün arkasından verilen sadaka ile edilen duanın sevabının ölüye ulaştığında alimler arasında ittifak olduğu gibi, onun ölümünden sonra mali borçlarının ödenmesinin onu borçtan kurtaracağında da ittifak vardır.

İmam Şafii ile taraftarlarına göre, üzerinde hac borcu varken ölen bir kimsenin arkasından onun hesabına yapılacak hac, onu hac farizası borcundan kurtarır. Eğer bu kişi ölümünden önce kendisi nafile bir hac yapılmasını vasiyyet etmişse, bu hac vasiyyet hükmüne girer, dolayısıyle bir vasiyyet olarak o haccın yerine getirilmesi gerekir. Şafii mezhebi ve cumhur ulemaya göre; ölünün yerine namaz kılmak caiz olmadığı gibi, ölü için okunan ve ona bağışlanan Kur'an'ın sevabı da ölüye ulaşmaz. Yine İmam Şafii ile cumhur ulemaya göre; ölüye bağışlanan namaz ile orucun sevabı da ölüye erişmez. Ancak ölünün velisinin yahutta bu velinin izin verdiği bir kimsenin ölünün yerine tuttuğu farz oruç, Şafiilerin müteahhirin (sonra gelen) alimlerinin muhakkiklerine göre, makbul olur. İmam Şafii'den bu hususta iki görüş rivayet edilmiştir. Bu iki görüşten en meşhur olanına göre, ölü hesabına tutulmuş olan bu oruç ödenmiş olmaz.

Hattabi'de, konumuzla alakalı hadis-i şerifin "namaz ile orucun ve bunlara benzeyen diğer ibadetlerin vekillik kabul etmediğine ve dolayısıyle ölen bir kimsenin üzerinde borç olarak bulunan bedeni ibadetlerin başkası tarafından ödenemeyeceğine delalet ettiğini" ifade etmiştir. 

Hanefi alimlerinden İbn Abidin bu mevzuda şöyle diyor:

Alimlerimizin, hac babında, açıkladıklarına göre; insan, namaz, oruç, sadaka ve benzeri amellerinin sevabını başkasına bağışlayabilir. Hidaye'de böyle denilmiştir. Hatta Tatarhaniye'de Muhit'ten naklen nafile sadaka veren kimsenin, bütün mü'min ve mü'minata niyet etmesinin efdal olduğu bildirilmiştir. Çünkü bu onlara erişir ve sevabından hiç bir şey eksilmez. Ehl-i sünnet ve’l cemaat'ın mezhebi budur. Yalnız İmam Malik ile Şafii, sırf bedeni olan namaz ve Kur'an okumak gibi ibadetleri istisna etmişlerdir. Onlara göre, bunların sevabı ölüye ulaşmaz. Mutezile taifesi Ehl-i sünnet'e muhalefet etmişlerdir. Tamamı Fethul Kadir'dedir.

Ben derim ki: Şafii'den meşhur olan kavil yukarıda geçmiştir. Şafiilerin müteahhirin alimlerinin beyanına göre, meyyit huzurunda okunan Kur'an ona ulaşır. Keza hemen Kur'an'ın arkasından dua ulaşır. Çünkü Kur'an okunan yere rahmet ve bereket iner. Onun arkasından yapılan duanın kabulü daha yakındır. Bunun muktezası şudur: Murad, meyyitin Kur'an'dan istifadesidir. Sevabın hasıl olması değildir. Onun için de dua ederken, "Ya Rabbi okuduğumun sevabı kadar sevabı filana ulaştır!" demeyi tercih etmişlerdir.

Bize gelince, meyyite ulaşan bizzat sevaptır. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Bir kimse oruç tutar, namaz kılar veya sadaka verir de sevabını başka bir ölüye veya diriye bağışlarsa caiz olur. Bu sevab Ehl-i sünnet ve’l cemaat'a göre onlara ulaşır."

Bedayi de böyle denilmiş, sonra şöyle devam edilmiştir: "Bundan anlaşılır ki, bağışlanan kimsenin ölü veya diri olmasının farkı yoktur. Zahire göre, sevabı, o fiili yaparken bağışlamasıyla, evvela kendisi için yapıp sonra başkasına bağışlaması arasında fark yoktur." Fetava'da, "Farzlarda caiz değildir diyenler olmuştur." ibaresi vardır.

"İnsana, kazandığından başka bir şey yoktur." ayetine gelince: O te'vil edilmiştir. Yani ancak bağışlarsa caiz olur denilmiştir.

Nitekim Kemal tahkikini yapmış kısaca şöyle demiştir: "Ayet-i kerime, Mutezile taifesinin söylediği manada zahir ise de nesih veya takyid edilmiş olması ihtimali vardır. Bu neticeyi tesbit eden hadis sabit olmuştur ki, o da Peygamber aleyhi salatu ve selam'ın iki ala koç kurban etmesidir. Bunların birini kendi namına, diğerini ümmeti namına kesmiştir. Bu hadisi Sahabeden bir çok kimseler rivayet etmiş; hadis yaygın bir hal almıştır. Binaenaleyh meşhur olması ihtimalden uzak değildir. Meşhur hadisle ise, mutlak olan ayet takyid edilebilir. 

Darekutni'nin rivayetine göre, biri Peygamber aleyhi salatu ve selam'a sormuş; "Annem babam vardı. Hayatlarında kendilerine itaat ederdim ölümlerinden sonra onlara ne iyilik edeyim?" demiş. Rasulullah aleyhi salatu ve selam: "Öldükten sonra hayır namına kendi namazınla birlikte onlar için de namaz; orucunla birlikte onlar için de oruç tutmalısın" buyurmuştur. 

Hz. Ali'den dahi Rasulullah aleyhi salatu ve selam'dan naklen şu hadis rivayet olunmuştur: "Bir kimse kabristana uğrar da on bir defa İhlas suresini okur ve sevabını ölülere bağışlarsakendisine ölülerin sayısınca sevap verilir." 

Enes'den de rivayet olunmuştur ki: "Ya Rasulullah! Biz ölülerimiz namına sadaka veriyoruz. Onlar namına haccediyor, duada bulunuyoruz. Acaba bu onlara vasıl oluyor mu?" diye sormuş. Rasulullah aleyhi salatu vesselam, "Evet, onlara vasıl olur ve onlar bundan, sizden birine bir tabak hediye geldiği zaman nasıl sevinirse öyle sevinirler” buyurmuştur. Bu hadisi, Ebu Hafs Ükberi rivayet etmiştir. 

Bir rivayete göre Peygamber aleyhi salatu ve selam: "Ölülerinize Yasin okuyun!” buyurmuştur. Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. 

Bütün bunlar ve sözü uzatırız korkusuyla bıraktıklarımız arasındaki kadr-i müşterek tevatür derecesini bulmaktadır. Bu kadr-i müşterekten murad, başkasının amelinden faydalanmaktır. Keza Kur’an-ı Kerim'de, anneye babaya dua edilmesi emr buyurulmuştur. Meleklerin mü'minlere istiğfarda bulundukları haber verilmiştir. Bunlar fayda hasıl olduğunu göstermekte kesindir. Ve bunlar Mutezile'nin istidlal ettikleri ayetin zahirine muhaliftir. Çünkü o ayetin zahiri, bir kimsenin biri için istiğfarda bulunması hiçbir vecihle fayda vermeyeceğini gösterir. Çünkü bu kendi emeği değildir. Biz, "Ayetin zahiri murad değildir" diyerek, onu kişi hibe etmezse diye kayıtladık. Bu, mensuhtur (kaldırılmıştır) demekten evladır. Zira daha kolaydır. İrade ettikten sonra batıl olma yoktur. Bir de bu ayet haber kabilindendir. Haberlerde nesih yoktur.

Yahut ayetteki "lam', ala" manasınadır. Bu ikinci bir cevabtır. Ama Kemal onu reddetmiştir. Çünkü ayetin zahirinden ve gelişinden uzaktır. Ayet, yüz çeviren ve cimrilik eden kimseye va'z ve nasihattir. Şu da var ki bu ayet, "Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez" ayetiyle tekerrür etmektedir. Daha başka cevaplar da verilmiştir. Onları Zeylai ve başkaları sıralamıştır. Bazıları şunlardır:

1. Bu ayet neshedilmiştir (hükmü iptal edilmiştir).
2. Bu ayet Musa ve İbrahim (a.s.)'ın kavimlerine mahsustur. Çünkü onların sahifelerindekini hikaye etmektedir.
3. Bu ayetteki insandan murad kafirdir.
4. Bu adalet yoluyla değil, fakat fazl ve ihsan yoluyla olur demektir.
5. İnsana ancak emeğinin karşılığı vardır. Lakin bazen çalışması esbaba tevessüle olur. İhvanını çoğaltır. İmanı tahsil eder. 

Peygamber aleyhi salatu vesselam'in "Ademoğlu ölünce ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez..." hadisine gelince: Bu hadis, başkasının ameli kesildiğine delalet etmez. Bizim sözümüz ise, başkasının ameli hakkındadır. (Zeylai)

"Kimse kimse namına oruç tutamaz ve kimse kimse namına namaz kılamaz." hadisi ise borçtan kurtulmak hususundadır. Sevap hakkında değildir. Nitekim Bahr'da beyan edilmiştir.

Celadeddin Suyuti, sevabı kesilmeyen hayırların sayısını bir şiirinde ona çıkarmıştır ki sırasıyla şunlardır.

1. Neşredilmiş ilim 2. Evladın duası, 3. Ağaç dikmek 4. Sadaka-i cariye 5. Miras olarak bırakılan Kur’an-ı Kerim 6. Sınırda nöbet tutmak 7. Kuyu kazmak 8. Bir nehrin suyunu bir yere akıtıp insanların istifadesine sunmak 9. Gariplerin barınması için hanlar ve imaretler inşa etmek 10. İçerisinde zikir yapılması yahut Kur’an-ı Kerim okunması için bina inşa etmek.

Ebu Davud, Sünen, Tercüme ve Şerhi, Dr. İsmail L. Çakan



16 Ocak 2015 Cuma

Müezzinle Tesbih Çekerken Yapılan Yanlışlıklar

TESBiH KULLANMANIN HÜKMÜ

Takrir-i Rasul'e (Peygamberimizin sessiz onayı) mebni (esas alınarak), tesbih ve zikirleri, sebha (boncuklarla yani tespihle), taşlar ve yahud iplerle yapmak meselesi:

Bunlar asla bid'at değil, müstehab hatta sünnettir. İbnu Sa'd'ın tahric ettiği bir esere göre, Sa'd bin Vakkas radıyallahu anh, küçük çakıl taşlarıyla tesbihlerini sayardı. Abdullah bin İmam Ahmed'in de tahric ettiği bir esere göre, Ebu Hureyre, Ebu Hureyre radıyallahu anh'ın da kendisine mahsus, iki bin düğümlü bir ipi vardı; onunla tesbihlerini sayardı.

Deylemi'nin Firdevsi'nden tahric ettiği Hazreti Ali'den gelen merfu' bir hadiste şöyle buyrulur: "Ne güzel hatırlayıcıdır şu sebha." Nasreddin elbani bu hadisin mevdu' olduğunu söylemiştir; fakat Şeyh Abdullah Hereri Habeşi, reddiyesini yazmış olduğu risalede, bu hadisin mevdu' (uydurma) olmadığını kaydetmiştir.

İmam Suyuti bu hususta El Minha fis Sebha adlı eserinde şöyle diyor:

Selef ve haleften hiçbir kimse sebha ile zikrin sayılmasını mekruh saymamıştır. Bilakis onlardan kısmi azamisi, zikirlerini sebha ile sayarlardı.

Ebu Davud'un şarihlerinden Muhammed Mahmud Hattab, el Menhelul Azbul Mevrud'da; Şeyh Halil Ahmed es Siharenfori, Bezlul Mechud'da ve Avnul Ma'bud'un yazarı, 1486 nolu hadisin şerhinde; ayrıca el-Mubar Kefburi, Tirmizi'nin 3553. hadisinin şerhinde, Suyuti'nin ibaresini naklettikten sonra; "Sebha ile, taş ile, zikir ve tesbihlerin sayılmasını bid'at sayanların sözlerine asla bakılmaz" demişlerdir.

Bunda asıl, Ebu Davud ve başkalarının tahric ettikleri, Sa'd bin Vakkas'ın hadisidir. Muşarun ileyh (bahsi geçen zatlar) diyor ki:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'le birlikte bir kadının yanına gittim. Ne bakayım ki önünde hurma çekirdekleri (yahud ufak taşlar) vardır; onlarla tesbihlerini sayıyordu. Peygamber aleyhisselam ona:

Bundan daha kolayını ve daha faziletlisini sana söyleyeyim:

Subhanallahi adede ma halaka fissemai. subhanallahi adede ma halaka fil'ardi ve Subhanallahi adede ma halaka beyne zalike ve Subhanallahi adede ma huve Halikun Vallahu Ekber mislü zalike velhamdü lillahi mislü zalike ve la ilahe illa Billahi mislu zalike buyurdu."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu, taşlarla tesbih saymaktan men etmemiştir (yasaklamamıştır). Eğer mekruh olsaydı men ederdi. İşte bu hadiste, taşlarla, sebha ile tesbih ve zikrin sayılmasına delil vardır. Bu hadisi Tirmizi, Nesei, Ibnu Mace, Hakim'in ve daha başkaları tahric etmişlerdir (nakletmişlerdir). Kaldı ki, el Elbani'nin mevdu' saydığı Deylemi'nin hadisini, Şevkani de naklediyor. ve mevdu'dur demiyor.

Netice-i meram namaz tesbihlerini parmakla yapmak sünnettir, sebha da caizdir. Bid'at tarafı, sebhaya üfürmek ve dili kıpırdatmaksızın devretmektir.

Her halukarda hatme, teveccüh ve nefy u isbatın taşlarla, parmaklarla, tesbihle sayılması varid olmuştur. Mesela Ebu Davud, Tirmizi ve Hakim'in de tahric ettikleri "Siz kadınlara tesbih, tehlil ve takdis gerek.. Parmaklarınızın eklemleri ile bunları sayınız. Çünkü onlar (yaptıklarından) sorumludurlar. Lehte ve aleyhte konuşucudurlar. Sakın ha, gaflete dalmayın; unutursunuz." mealindeki hadis-i şerif konuya delildir.

Münavi diyor ki, İmam Suyuti, Celaleddin Bulki'nin muasırlarından şunu nakletmektedir: Bu hadisin zahirine göre, şaşırmaktan emin olan kimseye nazaran parmaklarla tesbih saymak, sebha ve taşla saymaktan daha efdaldir (daha değerlidir). Eğer emin olunmazsa sebha ile efdaldir.

Gerçekte birçok evliyanın ellerinde sebha bulunmuştur. Hatta Cüneyd Bağdadi'ye: Sen de mi sebhayı eline alıyorsun, denilince: "Evet, bununla Rabbim Teala'ya kavuştum. Artık bu yoldan ayrılmam. (Yahud) Başlangıçta bunu kullandık; nihayette bırakmayız. Kaldı ki dilim, kalbim ve ellerimle zikretmeyi severim" demiştir.

Sebha'nın mendub olmasının şartları vardır: Dil ve kalb yahud cemiyetle zikretmek ve bunu çok gizli yapmak şarttır. Yoksa gaflet halinde (kalb başka şeyle meşgulken) elde sebhayı tutanın devretmesi; sebha tanelerini süslendirmek, çok pahalı tesbihi elde tutmak; kalb ve dil dünya ile meşgul iken şakır şakır devretmek, en çirkin bid'at ve mekruhtur.

Şeyh Ahmed Gümüşhanevi ve İmam Münavi bu hadisin şerhinde yukarıdaki paragrafları özellikle yazmışlardır.

Bunlardan daha çirkini, zamanımızdaki adetlerdirGörürsün adam, sağa sola baktığı halde kalbi çarşı pazarda gezerken, tevhid ve tehlil hatmi diye birbirlerine taşları devrederler. bu mevtanın ruhuna okunan tehlilmiş.. bunun aslı esası yoktur. Para mukabilinde olursa daha çirkin bid'attir. Bunun için yapılan vasiyetin batıl olduğunu, Mevlana Halid'in kahraman halifelerinden İbnu Abidin de tasrih etmiştir.

Bir de namazdan sonra cemaat ferdleri ve yahud imamın, tesbihleri dağıtmaları veya atmaları da çirkin bid'attir. Hele biri sebhayı alır, üfürür; dilini hiç kıpırdatmadığı halde aşağıya yukarıya devreder. Oyuncak!.. Hatta müezzin "Subhanallah" komutunu verir; bazı kere tecrübe olsun diye "sub, sub" dediğim halde yine zor yetiştiririm. Bir de insanların kapmaca (hızlı hızlı) tesbih çekmeleri yahud zikretmeleri, bid'atten de çıkarılmış bir bid'attir. (daha büyük yanlıştır)

İktibas: İsmail ÇETİN rahimehullah, Özleşme Yolu, Dilara Yayınları





Boncuklarla (tesbihle), Taşla, Zikir ve Tesbih Çekmek Bid'at midir?




(Tesbih derken, ipe dizilmiş boncukları kastediyoruz. Tesbih'in asıl anlamı, Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarak zikretmek, anmak. SübhanAllah demek. Bid'at: İslam'ın aslında olmayıp sonradan din diye yapılan, kötülenmiş ve azaba layık edecek inanç ve fiiller.)

Rasulullah efendimizin Sahabesi arasında taşla, hurma çekirdeğiyle ya da tesbih tanesi gibi başka nesnelerle zikir, tesbih, tekbir yapılmasına itiraz edip böyle yapmayı (dikkat ediniz, tesbih ve zikir etmenin kendisini değil, sayan aletini) bid'at olarak görenler olmuştur. Tarikat, Şeyh ve zikirle başı hoş olmayanların, aslında Sahabe sözüne kail oldukları pek görülmemekle beraber, bu hususta Sahabe sözüne sarıldıklarına, nesnelerle sayarak tesbihi "bid'at" olarak niteleyen Sahabenin sözünü tek taraflı olarak kullanmaya kalktıklarına şahit olmaktayız. Tarikatı, emirle zikri, toplanarak zikri, müezzinle namaz tesbihatı yapmayı güya batıl göstermek için bu rivayetlere sarılmaları; "rivayeti esas almaklıkları" ile en başından ve ilmi olarak kendi kendilerini çürüteceği gibi; ihtimal, işin aslını bilmeyenlerin içini de bulandırabilir. Bu nedenle, topluca, halka halinde zikirle ilgili yazılardan sonra, itirazların haksız olduğunu gösterebilmek, kafa karışıklığı ve bulanmaya meydan vermemek için, meselenin bu yönüne de bakmak lüzumlu olmaktadır. Öyle ya, madem indinizde "rivayetler" itibar görüyor, neden o rivayet değil de bu?

Aşağıdaki alıntı yazıda, meselenin bu yönü gayet açık, etraflı ve itiraza mahal/mecal bırakmayacak şekilde açıklanmıştır. Manasına dokunmamak üzere, yazı sahibinin kimi cümleleri alınmamış, bazı cümleleri de tarafımdan kısaltılmıştır:

Bir Yazının Tenkidi

Beşikteyken şeyh olup hala beşikten kalkamayan ve haliyle hakiki şeyhlik ile beşik şeyhliğini karıştırdığı için hakiki şeyhliği inkar eden biri, bakınız özet olarak ne diyor: 

"Nakşilikte, Hatm-i Hacegan’da (belli sayıyı korumak maksadıyla) taşlar kullanılmaktadır. Hasan Sabbah’ın, devleti yıkmak için örgütlediği eşkıya çetesi de, devlet güçlerinin baskını anında halka olup taşlarla zikir yapıyor gibi oluyorlardı. Öyleyse Hatm-i Hacegan (Nakşi halka zikri), Hasan Sabbah ve eşkıya çetesinden alınmadır." (Son)

Şuradaki kimin rızası içün (!) yapıldığı besbelli olan muazzam ispiyon ve jürnalcılığı görebilmek için zeki olmaya ihtiyaç yoktur; biraz akıllı olmak yeterli. Böyle bir zekaya, sekiz yaşındaki bir çocuk bile şu sualleri sorabilir:

A: Şu hususta, değil herhangi bir delil; basit ve zayıf tarihi bir ipucu ve karine var mıdır, varsa nedir? Biz diyoruz ki, yoktur; çünki böyle bir delile çok muhtaç olmasına rağmen bunu kendisi de getirememiştir. Öyleyse delilden doğmayan mücerred (soyut) bir imkan ve ihtimal akıllılarca muteber olamayacağından, şu iddia bir deli saçması veya sarhoş hezeyanından başka bir şey değildir. Eğer şunlara göre mücerred imkan ve ihtimal delil olmak için yeterli olabiliyor ise, kendileri, muhtemelen İslam düşmanlarından biridir veya onların bir ajanıdır yahud uğursuz takımındandır. Çünkü bunlar da birer imkan ve ihtimaldir. Ama biz böyle demiyoruz.

Çünkü biz hislerini, ihtimallerini ve aklını İslami delillere kurban etme anlayışında olan mü’minleriz. Kaldı ki şu usulün Hasan Sabbah’dan değil de Selef’ten alınma olduğu hadis kitablarına aşina olanlarca bilinen bir husustur.

Nitekim İmam Darimi, Sünen’inde yaptığı bir rivayette, Ebu Musa’l Eş’ari, Mescidde ellerinde küçük taşlar bulunan insanlardan meydana gelen bir zikir halkası görmüştü. (Birisi), Yüz defa tekbir getirin, diyor, yüz defa tekbir getiriyorlardı (Allahu Ekber diyorlardı). Sonra yüz defa La İlahe İllallah deyin diyor, onlar da yüz defa la ilahe illallah, diyorlardı. Yüz kerre sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa sübhanellah diyorlardı. Ebu Musa el Eş’ari bunu hayırlı bir iş, İbn-i Mes’ud da bid’at olarak gördüklerini söylediler. (Sünen: 1/79, H: 204’den kısaltarak ve özet olarak)

Yine Sahabe radiyallahu anhum’dan bir çokları Kur'an’ı toplayıp mushaflaştırmayı (kitap halinde toplamayı) da, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yapılmadığını ileri sürerek bid’at kabul ediyorlardı. Nitekim İmam Buhari rahimehullah, Sahih’inde, Zeyd b. Sabit radiyallahu anh’dan şöyle rivayet etti:

(Müseylemetü’l Kezzab’ın öldürüldüğü, Beni Hanife kabilesiyle harb edildiği, Yemen'de bir yer olan) Yemame ahalisiyle muharebe edildiği senede, Ebu Bekr Sıddik bana haber gönderdi (ve beni yanına çağırdı). Gittiğim zaman bir de ne göreyim! Ömer b. Hattab radiyellahu anhu O’nun yanında duruyor. Ebu Bekr şöyle dedi: 

Ömer bana geldi ve dedi ki, Yemame gününde Kur’an okuyucularda (hafızlarda) ölüm, şiddetli ve çok oldu. Ve ben gerçekten değişik yerlerde Kur’an okuyanların öldürülmelerinin çoğalmasından ve böylece Kur’an’dan büyük bir kısmın zayi’ olmasından endişe ediyor ve korkuyorum; Kur’an’ın toplanmasını emretmeni (münasib ve lüzumlu) görüyorum. Ömer’e Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yapmadığını nasıl yapacaksın? dedim. Ömer, bu -vallahi- hayırdır, dedi. Ömer bana sürekli müracaat etti ve nihayet Allah celle celalühu, bu hususta gönlümü genişletti ve ben de bu hususta Ömer’in kanaatine sahib oldum.

Zeyd, Ebu Bekr bana, sen itham etmeyeceğimiz akıllı bir delikanlısın; Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e vahiy yazıyordun. Kur’anı araştırıp topla, dedi... (Zeyd), Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in yapmadığını nasıl yapacaksınız? dedim, dedi… (Ebu Bekir) o -vallahi- hayırdır dedi ve devamlı bana müracaat etti. Nihayet Allah celle celalühu, kalbimi Ebu Bekr ve Ömer'in kalbini genişlettiğine genişletti (Kur’anı toplamanın hayırlı bir iş olduğuna tatmin etti)… (Buhari, Sahih, Kur’an’ın toplanması babı, 2/745, Pakistan baskısı)

Görüldüğü gibi, sonunda Kur’an toplandı ve bu toplama işi bid’at olarak görülmedi. İyi de yapıldı.

Kısaca: Taşlarla toplu zikretmeyi bir Sahabi güzel ve hayır, diğeri de bid’at ve şer görmüştür.

B: Kimi alimlerden Sahabi kavlini (sözünü) hüccet (delil) görmediği rivayet edilse de İslam alimlerinin cumhuru (çoğunluğu) onu delil görüp bağlayıcı kabul ederler. Hanefiler de onlardandır. Hatta bazı rivayetlerde, bunu, İslam alimlerinin sadece cumhuru değil, hepsi kabul eder. Yalnız, bir Sahabi kavline ters başka bir Sahabi kavli varsa, tercihe gidilir; birisi alınır. (Geniş bilgi için Menar ve şerhlerine, mesela, Fethu’l Ğeffar’a: 347, 348 ve İ’la mukaddimesi Kavaid Fi Ulumi’l Hadis 85, 86, 87’ye bakılsın)

CSufiyye de (tarikat ehli, mutasavvıflar) burada Sahabe’den bir çoklarının fiilini ve Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin takrirlerini (sükutla kabullerini) esas alarak, başka birisinin sözünü almamıştır. Başka bir çok delilden istifadeyle Abdullah İbn-i Mes’ud’un değil, Ebu Musa radıyallahu anhu’nun (ve onun gibi kabul edenlerin) kanaatini seçmişlerdir. Evet, Abdullah İbn-i Mes’ud’un Sünnet’i muhafazadaki hassasiyeti her türlü takdirin üstündeydi; lakin öte yanda Rasulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in takrirleri (susarak onaylamaları) ve Sahabe rıdvanullahi teala aleyhim’den taşlarla tesbih edenleri vardı

Nitekim, taşlarla zikir hususunda İmam Celaleddin es Süyuti müstakil bir risale yazmıştır. Ondan istifadeyle aşağıya birkaç rivayeti alıyoruz:

Birinci Rivayet: Timizi, Hakim ve Taberani, Safiyye radıyallahu anha’dan rivayet ettiler:

Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem yanıma girdi; önümde tesbih etmekte olduğum dört bin hurma çekirdeği vardı. Nedir bunlar ey Huyey’in kızı? dedi. Onlarla tesbih ediyorum, dedim. Başında dikildiğimden beri bunlardan daha çok tesbih ettim buyurdu. (Onu) Bana (da) öğret, ey Allah celle celalühu’nun Resulü dedim. Sübhane adede ma min şey’in / Allah'ı, yarattığı şeyler adedince tesbih ederim, buyurdu. Bu hadis de sahihdir. (Süyuti)

Burada taşlarla tesbih yasaklanmadığına göre, onlarla tesbih edilebileceğine dair bir Takriri Sünnet vardır.

İkinci Rivayet: Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn-i Mace, İbn-i Hibban ve Hakim Sa’d İbn-i Ebi Vakkas radıyallahu anhu’dan rivayet etmişler, Tirmizi bu rivayetin hasen, Hakim de sahih olduğunu söylemişlerdir: 

Sa’d ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir kadının yanına girmişler, kadının önünde de hurma çekirdekleri veya küçük taşlar vardı; tesbih ediyordu. Bunun üzerine Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem, bundan daha kolay veya (ravinin tereddüdü) daha efdal olanı sana haber vereyim mi? buyurdu….

Burada da inkar/yasak buyrulmayıp takrir (örtülü kabul) vardır.

Üçüncü Rivayet: Ahmed İbn-i Hanbel, ez Zühd’de Yunus İbn-i Ubeyd’in anasından şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Safiyye’yi -ki O Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabındandı ve komşumuz idi- küçük taşlarla tesbih eder(ken gördüm i)di.

Bu rivayet benzer bir lafızla, Hilal el Haffar’ın Cüz’ünde, Beğavi’nin el Mu’cemu’s Sahabe’sinde ve İbn-i Asakir’in Tarih’inde dahi mevcuddur.

Dördüncü Rivayet: İbn-i Sa’d ve İbn-i Ebi Şeybe el Musannef’de, Sa’d İbn-i Ebi Vakkas’dan, taşlarla tesbih ettiğini rivayet etmiştir.

Beşinci Rivayet: Ahmed İbn- i Hanbel de ez Zühd’de, Ebu’d Derda’nın hurma çekirdekleriyle tesbih ettiğini rivayet etmiştir. (İmam Celaleddin es Süyuti, el Minha fi’s Sibha, - el Havi li’l Fetava içinde- : 2/37-38)

Rivayetleri daha da çoğaltmak mümkün ise de, bizce bu kadarı kafidir... Bütün bunlar, Sahabe rıdvanullahi teala aleyhim’in tatbikatıdır

Bu rivayetler göz önünde bulundurularak, Sufiyye tarafından, topluca ve tek başına taşlarla zikretmenin bid’at olduğu görüşü değil, hayır olduğunu kabullenen taraf tercih edilmiştir. Şu halde taşlarla zikir Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem’in takrirleri ve Sahabe rıdvanullahi teala aleyhim’in amelinden alınma bir Sünnettir; müfteri kezzabların dediği gibi, Hasan Sabbah’dan alınma değildir. Biz, davamıza dair delil getirdik, aksini iddia edende eğer zerre kadar ilmi namus varsa, onlar da kendi davaları için delil getirsinler. Ama delil olsun… Bekliyoruz…

D: Hatm-i Hacegan’ın halka şeklinde olması ise, Sünnet’te yer alan ilim ve zikir halkalarıyla alakalı nice hadisden alınmıştır. Mesela: 

(Bir): Ebu Vakıd el Leysi şöyle dedi: Biz Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberken bir de ne görelim, üç kişi uğradı. Onlardan biri, halkada bir aralık buldu ve oturdu. [Muvatta (Selam: 4), Ahmed (5/219), Buhari, (İlim: 8, Salat:  84), Ebu Davud (Edeb: 14), Tirmizi (Edeb: 12, İstizan: 29], Mu’cem: 1/503

(İki): Cennet bahçelerine uğrarsanız, (orada) yeyin. Cennet bahçeleri de nedir? dediler. (Cennet bahçeleri) “zikir halkalarıdır” dedi. (Ahmed: 3/150), Mu’cem: 1/5 )

(Üç): (Yer var iken,) Halkanın ortasına oturanlara lanet olsun. [(Ebu Davud, Edeb, Halkanın Ortasına Oturmak Babı: 17), Münziri, bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiş ve Hasen Sahih olduğunu söylemiştir. (Avnu’l Ma’bud: 13/172)]

E: Hem, canları istemediğinde ve hevalarına uymayan bir çok yerde, hadisleri, hatta ayetleri bile bir tarafa fırlatmaktan çekinmeyenler, ne zamandan beri Sahabe rıdvanullahi teala aleyhim’in aralarında ihtilaflı olan bir kavlini delil görüyor, hatta, onunla mü’minlere müşriklik sıfatını yakıştırabiliyor?!

FŞu mübtezel iddialardaki delil veya karine mücerred/salt kısmi benzerlikler ise, İbn-i Sebe, Kuzman ve Abdullah İbn-i Ubeyy, İbn-i Selul ve benzeri gizli kafirler olan münafıkların kendilerini mü’minlerden gizlemek için namaz kılmaları, oruç tutmaları, zekat vermeleri ve bazen cihad etmeleri, İslam’a ve Müslümamlara göre birer farz olan şu ibadetlere gölge düşürür mü? Elbette düşürmez, değil mi? Öyleyse, mü’minlerin yaptığı güzel bir işi, kafirlerin/münafıkların kötü maksadla yapması, güzel olmaktan çıkarmaz. El verir ki yapılan şey dine ters düşmesin. Şu halde, böylesi bir delil getirme usulü -af buyurunuz- karın şişini indirmekten farksız...

G: Böylesi bir kara kucak, şap yalap delil getirme “yöntem”i hangi “ilmi” esaslara dayanmaktadır? Hiçbir ölçüye dayanmamakta... Cübbeli hocanın deyişiyle, neye dayanarak; duvara dayanarak... Böylesi bir delillendirme yöntemi, nerde varsa gösterebilen göstersin. 

Heyhat…

http://www.gurabamecmuasi.com/Guraba/ariv/5say/170-%20rabita-%20taraftarlari-%20nkarcilarinkarcilarin-%20uebheler-%20ve-%20cevablari.html 

İlgili yazının 101. dipnotu

(Maalesef, biz bu dipnotu aldıktan sonra linki ölmüş. Fakat derginin adı ve sayısı linkte yer aldığından, link yine de verilmiştir)

.