Fahri Razi Hz., İsra 64-65 Tefsiri:
“Onların içinden, gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat.
Onlara karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar. Mallarına ve evladlarına
ortak ol. Onlara vaad et. Şeytan, onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder? “Benim
gerçek kullarım var ya, senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur. (Onlara)
vekil olarak Rabbin yeter” (İsra, 64-65)
Bil ki
İblis, âdemoğullarını kendisine bağlamak için, Allah’tan, Kıyamete kadar mühlet
vermesini isteyince, Allah Teâlâ ona şunları söyledi:
1) “Defol
git...” Bu, “Ben, sana bu müddet için mühlet verdim” demektir.
2) “Onların
içinden, gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat” ifadesi. Arapçada, “korku
onu yerinden oynattı, kökünden söktü, kuş gibi uçurdu” manasında denilir. Şeytanın
sesi, onun insanları Allah’a İsyana, günaha davet etmesi, vesvese vermesidir. Bunun,
şeytanın şarkısı, oyun ve eğlencesi demek olduğu da söylenmiştir. Ayetteki emir,
tehdid üslubu iledir. Bu tıpkı, “Haydi yap, çalış, ama yarın başına ne geleceğini
göreceksin!” denilmesindeki emir gibidir.
3) “Onlara
karşı süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkar” ifadesi. Ayetteki eclib kelimesi
ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:
a) Ferrâ
şöyle der: “Bu, bağırmak çağırmak, yaygara koparmak demek olan celebe masdarındandır.
Araplar tıpkı, “galebe” ve “galeb”, “şefekat” ve “şefak” dedikleri gibi, çoğu kez
celebü derler. Leys ve Ebu Ubeyde de, gerek edebe, gerek celebe şekillerinin, bağırıp çağırmak
manasına geldiğini söylemişlerdir.
b) Zeccâc,
bu fiilin celebe ve edebe kalıplarının, bir kişi yanında süvariler birikip, düşman
üzerine saldırdığında, şeklinde kullanıldığını söyler.
c) İbnü’s Sıkkit
de, “Onlar, ona yardım ediyorlar” manasında, şeklinde kullanıldığını söylemiştir.
d) Sa’leb,
İbnü’l Arabî’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bir kimseyi, bir kimsenin kötülüğü
tehdid edip, o bir kimse aleyhine, bir grup birleşince, denilir.”
O halde, ayetteki
bu lafzın manası, Ferra’ya göre “Piyadelerin ve süvarilerinle, onlara karşı yaygara
kopar” şeklinde; Zeccac’a göre, “Onlar üzerinde, yapabileceğin her türlü hile ve
tuzağını yap” şeklinde olur. Bu görüşe göre, bi haylike ifadesindeki bâ harf-i cerri,
zaide olur. İbnü’s-Sikkît’e göre ise bunun manası, “Atınla, arabanla, topunla, tüfeğinle
onların aleyhine, kendine destek sağla” şeklinde olup, buna göre fiilin mef’ulü
hazf edilmiştir. Buna göre sanki şeytan, insanları aldatmak için, süvari ve piyadelerinden
destek alır. Bu da, İbnü’l Arabi’nin görüşüne yakın bir görüştür.
Hayl ve
Recil Kelimelerinin Anlamı
Alimler,
buradaki “hayl” ve “recil” kelimelerinin manaları hususunda ihtilaf etmişlerdir:
1) Ebu’d Duhâ,
İbn Abbas (r.a)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah’a isyan ve günah nüfusunda
çalışan her binitli ve yaya, İblis’in süvarisi sayılır ve onun ordusundandır.” Bu
ifadenin içine, Allah’a isyan eden her binitli ve yaya girer. Bu izaha göre, şeytanın
“hayli” ve “recili”, Allah’a karşı günaha teşvik hususunda şeytana ortak olan, onun
gibi davranan herkes girer.
2) İblisin,
bir kısmı yaya (piyade), bir kısmı süvari olan, şeytanlardan müteşekkil bir ordusunun
bulunması da muhtemeldir.
3) Bununla,
bir darb-ı mesel (benzetme) kastedilmiştir. Bu tıpkı, işinde ciddi olan kimseye,
“Sen bize süvarini, piyadeni getir” demen gibidir. Bu izah, doğruya daha yakındır.
Çünkü “hayl” (at), kelimesi, “süvari” manasına da kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.s) “Ey Allah’ın süvarileri, binin” buyurmuştur.
Bu kelime,
esas olarak atlar için kullanılır. O halde burada kastedilen mana, birincisidir.
4) “Mallarına
ve evlatlarıma ortak ol” ifadesi. Diyoruz ki: şeytanın, insanlara mallarında ortak
olması, onun mallar hususundaki yaptığı her türlü çirkin tasarruflardır. Bu çirkinlik
ister insanın, hakkı olmadığı halde mal alması, gasp etmesi sebebi ile olsun yahut
da malı, kullanılmaması gereken yerde kullanma sebebiyle olsun, bu ifadenin içine,
faiz, gasb, hırsızlık ve benzeri dinen caiz olmayan muameleler girer. Kadi de böyle
söylemiştir ki bu, güzel bir anlayıştır.
Müfessirler bu hususta birtakım izahlar
yapmışlardır: Mesela Katade, bunun, Arapların “bahire” ve “sahibe” adını verip,
bazı helâl develeri haram saymaları olduğunu söylerken; İkrime bunun, müşriklerin,
hayvanlarının kulaklarını delmeleri manasına olduğunu söylemiştir. Bunun, onların
mallarından, Cenâb-ı Hakk’ın dışında, putlarına hisse ayırmaları olduğu da söylenmiştir.
Bu, “Onlar, kendi boş zanlarınca, “Şu Allah’ın, şu da
ortaklarımız (olan putların)” dediler”
(En’am 136) ayetinde ifade edilen şeydir. En doğru olan, Kâdî’nin yaptığı tefsirdir.
Şeytanın
Evlatlara Ortaklığı
Şeytanın,
insanlara, evlâdları hususunda ortak olmasına dair alimler şu izahları yapmışlardır:
1- Bu,
şeytanın, onları zinaya sevk etmesidir. Esamm bu görüşü, “çocuk, ana-babasının zinasından
dolayı kınanamaz” diyerek tenkid etmiştir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bununla,
şeytanın çocuk edinme esnasında ana babaya ortak olmaları kastedilmiştir. Bu ortaklık
da, onun onları zinaya davet etmesi ile olmuştur.
2- Müşrikler çocuklarına, Abdullat, Abduluzzâ (Lâfın
kulu, Uzza’nın kutu) şeklinde adlar koyuyorlardı.
3- Onların, çocuklarını, yahudi ve hristiyanlık
gibi batıl dinlere teşvik etmeleridir
4- Onların, çocuklarını öldürmeleri ve diri diri
gömmeleridir.
5- Onların, çocuklarını çeşitli ahlaksız şiirleri
ezberlemeye, adam öldürmeye savaşa ve âdi çirkin mesleklere sevk etmeleridir. Bu
hususta, genel kaidenin şöyle olduğu söylenebilir: İnsanın, çocuğu hususunda, onu
dinen yasak olan kötü ve çirkin bir şeyi yapmaya götüren her türlü tasarrufu bu
ifadenin içine girer.
Şeytanın
Aldatma Yolları
5) idhüm
“onlara vaad et” ifadesi. Bil ki şeytanın maksadı, batıl inançlara, batıl amellere
teşvik etmek ve salih amellerden nefret ettirme olunca, bir şeye teşvikin de ancak,
o şeyin o kimseye, yapılması halinde kesinlikle zarar vermeyeceğini, aksine büyük
faydalar sağlayacağını anlatmakla; bir şeyden nefret ettirme de, ancak o kimseye
onu yapmada bir faydanın bulunmadığını, yapılması halinde büyük zararlara gireceğini
anlatmakla olacağı malumdur.
Bunun
böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki, şeytan insanı günaha çağırdığında, onun
ilk önce, insana bunu yapmada hiçbir zararın olmadığını anlatır. Bu da ancak şeytan,
“Ahiret yok, cennet yok, cehennem yok. Bu dünya hayatından sonra başka bir hayat
yok” demesi ile olur. Böylece, o insanın aklında, bu günahları işlemede hiçbir zararın
olmayacağı fikri yer eder. Şeytan onu bu noktaya getirdiğinde, insana, yapacağı
bu fiilin çeşitli lezzet ve sevinci sağlayacağını, insan için sadece bu dünya hayatının
söz konusu olduğunu, bu hayatı hakkıyla yaşamamanın bir aldanış, bir zarar olduğunu
anlatır. Nitekim şair demiştir ki:
“Sevinç
ve lezzetten nasibinizi alın. Zaman her ne kadar uzasa bile, ancak ne var ki, her
şey bitip tükenir.”
İşte şeytanın günaha davet yolu budur. Onun, taat ve ibadetlerden
nefret ettirme yolu ise şudur: O önce insana bunlarda bir fayda olmadığını telkin
eder. Bunu da şu iki şekilde yapar:
a) Şeytan
insana, “Cennet de yok, cehennem de yok, mükâfat da yok, azab da yok” der.
b) Yine
der ki: “Bu ibadetlerin ne ibadet edene, ne de edilene bir faydası var. Binâenaleyh
sırf abes ve boş bir şeydir.”
İşte şeytan bu iki yol ile, insana, ibadetlerde hiçbir
fayda olmadığını telkin eder. Bunları tamamlayınca, telkinine söyle devam eder:
“Hem sonra bu ibadetler, büyük bir yorgunluğa ve sıkıntıya sebep olur. Bu ise büyük
bir zarardır.” İşte şeytanın gerçeği ters yüz ettiği ana noktalar bunlardır. Ayetteki
“Onlara” ifadesi, bütün bunları içine alır. Müfessirler de, buna şu manayı vermişlerdir:
“İnsanlara cennet, cehennem olmadığını söyleyerek vaadlerde bulun.” Bazıları
da buna, “O insanlara, ileride tevbe edersin, henüz gençsin, diyerek vaadde bulun”
manasını vermiştir. Diğer bazıları da bu tabire “insanlara batıl kuruntular vererek,
vaadde bulun” manasını vermişlerdir. Bu, mesela onun, Hz. Âdem (a.s)’e, “Rabbiniz
size bu ağacı, başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız için yahud ebedî
kalıcılardan olacağınız için yasak etti" (A’raf, 20) demesi gibidir. Diğer bazıları
da bu ifadeye, “Onlara, putların ve soylu kimselerin de Allah katında şefaatçi olacaklarını;
dünyayı ahirete tercih etmenin gerekli olduğunu söyleyerek vaadlerde bulun” manasını
vermişlerdir.
Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün verilen bu manalar ve daha fazlası,
yukarıda söylediğimiz genel manaya dahildir. Bu konuda geniş bilgi almak istiyorsan,
büyük âlim Gazâlî’nin “İhya” adlı eserinin, “Zemmü’l Garûr” (Şeytanın kınanması)
adlı bölümünü oku. Böylece, İblisin nasıl ortalığı karıştırdığının ana noktalarını
anlarsın.
Aldatıcı
Sahte Lezzetler
Bil ki
Allah Teâlâ, “Onlara” buyurunca, bunun peşi sıra, şeytanın vaadlerini kabul etmemeyi
sağlayacak bir ifadeyi getirerek, “Şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?”
buyurmuştur. Böyle denmesinin sebebi şudur: Şeytan ancak şu üç şeye çağırır:
a) Şehvetin
gereğini yerine getirmeye,
b) Öfkeyi
neticelendirmeye ve
c) Riyaset
(başkanlık ve liderlik) elde etme çabasına.
O, kesinlikle insanı Allah’ı tanımaya
ve Allah’ın hizmetinde bulunmaya çağırmaz. O üç şey ise, birçok açıdan görülmez:
1) Onlar
gerçekte lezzet değildir.
2) O
üç şey, aslında lezzet olsalar bile, köpekler, kurtlar, böcekler ve benzeri varlıklar
arasında müşterek, dolayısıyla da adi lezzetlerdir.
3) Onların
lezzet oluşu, tad verişi kısa vadelidir, geçicidir, çabucak son bulur.
4) Onlar,
birçok yorgunluk ve meşakkat neticesinde elde edilirler.
5) Midenin
ve avret mahallinin lezzeti, ancak birtakım kokan pisliklerin atılması (bedenden
çıkarılması ile) tamamlanır.
6) Onlar
devamlı değillerdir. Aksine onların peşinden ölüm, ihtiyarlık, fakirlik, zamanında
yapılamamış işlere hayıflanma ve ölüm korkusu gelir.
Dolayısıyla sayılan bütün bu
hususlar, zahiren lezzetli görünseler de bu üç şeye sayılan bu büyük afet ve sıkıntılarla
iç içe olduğu için, teşvik etmek bir aldatıştır. İşte Cenâb-ı Allah bundan dolayı,
“Şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?” buyurmuştur.
Halis Kullara Şeytan Tesir Edemez
Bil ki
Allah Teâlâ şeytana âdeta, “Elinden geleni yap” deyince, “Benim gerçek kullarım
üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur” buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili iki görüş vardır:
Birinci
Görüş: Bununla, Allah’ın bütün mükellef kulları kastedilmiştir. Bu, Ebu Ali el Cübbâî’nin
görüşü olup, o şöyle demiştir: “Bunun delili, Allah’ın pek çok ayette, ‘Ancak sana tabi olanlar hâriç’ diyerek, şeytana uyanları bundan istisna etmesidir.” Ebu Ali
el-Cübbâî sonra da, bu ayete dayanarak, İblisin ve ordusunun insanları çarpamadığını,
akıllarını gideremediğini ve onlara vesvese veremediğini söyler, görüşünü şu ayetle
destekler; “Benim sizin üzerinizde bir hâkimiyetim ve
nüfuzum yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de bana hemen icabet ettiniz. O halde
kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın” (İbrahim, 22) ve şöyle der: “Hem sonra şeytan eğer bunları
yapabilseydi, daha büyük yara açabilmek için, faziletli, ilim sahibi kimseleri çarpardı.
İnsanların aklı, şeytan tarafından değil, ancak bedenindeki bazı bozuk karışımların
neticesi zail olur. Akıl hastalığının sebeblerinden birisinin de, insanın, şeytanın
gelip kendisini korkutabileceğine inanması olabilir. Böylece onda bu hastalık meydana
gelmiş olur.”
İkinci
Görüş: Ayetteki, “kullarım” ifadesi ile mü’minler kastedilmiştir. Çünkü Kur’ân’da,
“kullarım” ifadesi, daha önce de beyan ettiğimiz gibi, hep mü’minler için kullanılır.
Bunun delili, bir başka ayetteki “o şeytanın hükümranlığı ve nüfuzu ancak
onu dost edinenler üzerindedir” ifadesidir.
İnsanın Allah’ın Himayesine İhtiyacı
Daha
sonra Cenâb-ı Hak, “(Onlara) vekil olarak Rabbin yeter” buyurmuştur. Bu hususta
iki bahis bulunmaktadır:
Birinci
Bahis: Cenâb-ı Hak, İblis’e, yapma kudreti verip, bu da, insanın kalbinde şiddetli
bir korkunun meydana gelmesine sebep olunca, “(Onlara) Vekil olarak Rabbin yeter”
buyurmuştur ki, bunun manası şudur: “Şeytan her ne kadar kadir ise de, Allah Teâlâ
ondan daha muktedir ve kullarına da herkesten daha merhametlidir. Binâenaleyh, Allah,
insandan şeytanın vesveselerini uzaklaştırır, onu o şeytanın saptırma ve tahriklerinden
korur”
İkinci
Bahis: Bu ayet-i kerime, “masumun” (korunmuş olanın), ancak Allah Teâlâ’nın koruduğu
kimse olduğuna; insanın, kendisini dalâlet ve sapıklık noktalarından korumasının
mümkün olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü, şayet insanın hakka yönelip batıldan
kaçınması, ancak ve ancak bizzat o insanın kendi kudretiyle meydana gelmiş olsaydı,
o zaman “insan, kendisini şeytandan koruma hususunda yeterlidir ve muktedirdir”
denilmesi gerekirdi. Ama Cenâb-ı Hak böyle buyurmayıp, aksine, “Rabbin yeter” buyurunca,
biz her şeyin Allah’dan olduğunu anlamış olduk. Bundan dolayıdır ki muhakkik alimler,
“Allah’a karşı isyan etmekten, ancak O’nun korumasıyla korunabilir; Allah muvaffak
kılmadıkça, Allah’a itaat olunamaz!” demişlerdir. Geriye, ayet hakkındaki şu iki
soru kalmıştır:
Allah’ın
Tehdidi Şeytanı Niçin Yola Getirmedi?
Birinci
Soru: İblis, “Onların içinden gücünün yettiği kimseleri, sesinle yerinden oynat!”
diyerek kendisiyle konuşanın, Alemin Rabbi olduğunu biliyor muydu, yoksa bilmiyor
muydu? Eğer bunu biliyor idiyse, Cenâb-ı Hak, “Şüphesiz ki cehennem hepinizin cezasıdır,
tastamam bir ceza” buyurmuştur. O halde daha niye, İblis onu doğrudan doğruya Allah’tan
işittiği halde, bu şiddetli tehdit onu masiyetten ve günah işlemekten men etmedi?
Yok eğer, bunu söyleyenin Alemin Rabbi olduğunu bilmiyor idiyse daha nasıl, "Benden şerefli kıldığın bu (adam da) kim oluyormuş" (isra, 62) diyebilmiştir?
Cevap:
Belki İblis her şeyden şüphe ediyordu; yahut da o, hatırına gelen her şey hakkında,
zan yoluyla konuşuyordu.
Şeytana
Neden Mühlet Verildi?
İkinci
Soru: Allah Teâlâ’nın, İblise, Kıyamet gününe kadar mühlet vermesinin ve onu vesvese
vermeye muktedir kılmasının hikmeti nedir? Hakîm olan bir kimse bir şey yapmayı
murad edip, falanca şeyin de onun meydana gelmesine mani olacağını bilince o, engelleyici
olan o şeyi yapmaktan kaçınır.
Cevap:
Biz (ehl-i sünnetin) görüşüne gelince, bu konu da gayet açıktır. Bunu, A’râf ve Hicr sûrelerinin tefsirinde zikretmiş, iyice açıklayıp ortaya koymuştuk.
...
Allah en iyisini bilendir
.